13 Nisan 2014 Pazar

VERMEK Mİ, ALMAK MI?


Atasözlerinin tecrübe imbiğinden geçerek söylenmiş sözler olduğunu bilirim. “iyilik yap denize at, halk bilmezse Halik bilir” denmiş mesela. Sevecen ve iyi insan olmanın yolu da iyi niyetli eylemlerden geçer. Eylemsiz kalarak hangi iyiliği gerçekleştirmiş olabilir ki insan. İyilik yapmanın kalıplaşmış bir reçetesi var mı diye soran olsa ortaya koymak elbette ki zor. Kimin sözüdür, kim demiştir şu an hatırlamam zor ama “karşılıksız veriyorsak hiç bir şey vermiş olmazmışız” mesela. Karşılıksız verebilmek, üstelik en doğal biçimde bu eylemi gerçekleştirebilmek, insanın öncelikle kendine hizmet ettiğini bilmesinden geçtiğini sanırım. Topluma ve onun içindeki bireylere hizmet etmek, bu yolda gayret sarf etmek, insanın düşünce kalıbına yerleşmiş olmalı öncelikle. Nemelazımcılık bu düşüncenin yerleşmemiş olmasından olsa gerek.
İnsanın niyeti hizmet etmek olunca en kestirme, en kolay yollar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Anam “Allah bilsin oğlum!” derdi. Bu söz en derin ifadeleri barındırırdı içinde. En derin anlamla iyi niyetli olmanın keyfi, huzuru, sevinci başkaydı. Kaybedildiği sanıldığı anda kazandığını görür insan. İyi niyet barındırmayanlar kazandık sanırken kaybettiklerinin farkında bile olamazlar, ne acı…
Yaşlıya yer vermek iyilik örneği mesela. Bu iyiliğin karşılığı en başta insanın içinde oluşturduğu huzur. Bundan ötesini beklemek iyiliği amacından saptırdığını bilirim. Bu güzel duyguyu kim tatmak isterse teşekkür bile beklemeden iyilik yapmayı denemelidir.
İyiliği düşündükçe insanın ruhu genişler. Aksine durum inadına içinizi karanlıklara sürükler durur. Doğruluk varken, eğrilik neden olsun. Yunus’un doğruluğu içinde oluşan hizmet aşkından olsa gerek.
Yüreğinde iyilik kalıpları şekillenmiş olan kişinin bünyesinde hangi sevgi haleleri eksik kalır? Tüm  bunları kendi yüreğimizde hissetmeden nasıl oluşur bilmem ki..
İçinde yaşadığımız çevredeki hatta dünyada ki insanların yokluğunu farz edelim anlığına  mesela. Düşündüğümüz hizmeti, iyiliği bu anlamdaki tüm insani değerleri başkalarının olmadığı ortamda nasıl dışa vurabiliriz. Of ki, of! Kendi adıma insan ot gibi kalır ot.. Böyle düşününce tek başına kaldığımız dünyanın anlamsızlığını bile kavrıyor akıl.
Öfkemizin bile insanların varlığında anlamı var.  Hizmetten, iyilikten, sevgiden bahsederken, öfkeyi cümlenin arasına sıkıştırmak ne kadar yersiz. Bir uçtan bir uca koşmak kadar yorucu aslında bu durum.  Sevgiyle öfke arasında yeldirirken bile anlaşılıyor başkalarının kıymeti. En azından ben öyle algılıyorum. 
Ayla güneşi kıyaslayın birde. Güneş tam olarak ışığın kaynağı. Aysa aldığı kadarını yansıtan. Şimdi, “Veren el, alan elden üstündür” atasözü çınlıyor kulaklarımda.  Bu sözle verici olmanın önemini daha iyi kavrıyor akıl.  Kavradıkça; sevdikçe sevileceğini, hizmet ettikçe hizmet göreceğinizi fark ediveriyorsunuz. Karşıt kavramları düşündüğünüzde olumsuzlukların çoğalacağının tahmininde zorlanmıyorsunuz.

Bu yüzden içimizdeki sevgileri çoğaltmanın, çoğalan sevdayla insana, insanlığa hizmet etmenin aşkını dışa vurmanın zamanı olsa gerek demeyi bir görev belliyorum. Bilmem haksız mıyım? Sağlıcakla…

Hiç yorum yok: