Çocukluğum konuşma sıramı
beklemekle geçti. O bekleyiş öğretti sabrı. Her bekleyiş yeni umutlardı oysa.
Her bekleyiş aydınlıktı gepgeniş. Sınıf
içinde söz istemeye parmak kaldırış umut etmekti. Her umut yeniden
soluklanmaktı. Her soluklanış olgunluğa
ulaşmaktı kim bilir…. Soluklanışlar başkalarına saygı duymaktı aslında. Saygı
duyarken gördük saygısızlığı çoğu kez. Görsek de, sadece konuşmuş olmayı huy
edinenlere gülüp geçtik elcümle. Dert etmedik, edinmedik bekleyişleri. Sıramızı
beklemenin keyfine şükrettik.
Anam, “bırak konuşsunlar” derdi.
Hatta, çok konuşanın çok yanılacağını ifade ederdi. Ederken “son gülen iyi
güler” demeyi sözlerine eklerdi. Hey gidi hey! Hey gidi anam hey!
Biz sıra beklerken aklına geleni
konuştu çoklar. Konuşurken yeltendiler en temiz dünyaları yakmaya. Soluksuz
konuştukça arttı yüreklerinde karanlık odalar. Konuştukça salyalar savurdular
avurtlarından. Yayılan her salya kendi insanlıklarını öldürdü oysa, ne yazık…
Ölen insanlığı gördükçe çınlar
kulaklarımda en muhkem sözler. “Söz gümüşse, sukut altın” derdi anam mesela. Of Of!. Söz gümüşse sukut altın. Söze bak
söze. Şu anam akıl küpü, şu anam sır küpü sır!
Ne de kızardım “konuşup durma”
dediğinde. Dilimden fırlamaya meyilli her kelimeyi soluklanışlar hapsettiğinde,
nasıl da bunalırdım kimi vakit. Nerden bilirdi, kimden öğrenmişti böyle sözleri
bilmem ki anam.
Gümüşü kapmaya meyilliler altını
kaçırdıklarının farkına bile varamadılar. Ayrımında olamadılar en yakıcı, en
yıkıcı kelimelerin. Kazandık sanırken kaybettiklerinin, konuşurken
konuşulmadıkların hesabında olamadılar. Vay ki vay!.
Ben hala sıradayım. Ben hala soluklanmadayım.
Ben hala sukuttayım. Dilliyken, dilsizim. Sözün ustasıyken sözsüzüm. Ben hala
sabırdayım. Bu yüzden en mutluyum, kim bilir.. Ben sabra sığındıkça
ertelemesizdir iç huzurum.
Anamın sözlerinden dem vururken
babamı es geçtiğim sanılmasın. En uzun nutukları babam çekerdi. Her istediğim
öğüt uzun nutuklara dönüşürdü. O nutkunu uzattıkça en kestirme yolları bulurdum
ben. Zor yollar bu yüzden kestirme kalırdı. Öğütle öğünmeyenler hamlığın,
soluksuzluğun, karanlığın yolcusu oldular. Ne yazık..
Dostların ve büyüklerin öğütlerine
kapalı kalanlar soluklanmadan konuşmaya ne kadar meyilli…Başkalarının
düşüncelerine kapalı kalanlar, kendilerini geliştirmek için hangi istek ve
arzunun içinde olabilir ki. Dedemin, babaannemin, velhasıl büyüklerimin
sevgileri yüreğimde gün geçtikçe büyüyor bu yüzden. Sözleri nutuğa dönüşse de
daha fazla dinleyebilseydim keşke. Keşke onlar konuştukça hep sırada kalıyor
olsaydım ben. Eksiklerimi onların öğütleriyle yamayabilseydim. Nutuk
saydıklarımdan nice ayrıntıyı kaçırmışımdır kim bilir? Ah edişlerin, keşkelerin
faydasızlığını düşünürken, düşünüyor olmanın yarattığı hoşlukları bilirim.
Bilirken yeltenirim bildirmeye. Düşünürken yüz vermem aldanışlara. Yüz
vermezken doluşur yüreğime altın küpleri. Öğütlerle doldurduğum küpler ne
zengin şimdi. Boş küpleri gördükçe dolduruyorum gözyaşı şişelerini. Şeytanla
yoldaşlık edenlerin eşeledikleri külü gördükçe doluyor şişeler. Bu da benim
gibi nicelerin insanlığı herhalde. Eşeledikleri külün tahliline soyunmayanlar
hangi aydınlığın yolcusu olabilir. Ah ki ah!... Tahminlere göre insan günde
elli bin düşünce üretebilirken kül eşelemeyi sürdürenlerin oranı nerede kalır
ki? Ben hala sıramı bekliyorum.
Sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder