5 Nisan 2014 Cumartesi

SIRAYI BEKLEMEK


Çocukluğum konuşma sıramı beklemekle geçti. O bekleyiş öğretti sabrı. Her bekleyiş yeni umutlardı oysa. Her bekleyiş aydınlıktı gepgeniş.  Sınıf içinde söz istemeye parmak kaldırış umut etmekti. Her umut yeniden soluklanmaktı. Her soluklanış  olgunluğa ulaşmaktı kim bilir…. Soluklanışlar başkalarına saygı duymaktı aslında. Saygı duyarken gördük saygısızlığı çoğu kez. Görsek de, sadece konuşmuş olmayı huy edinenlere gülüp geçtik elcümle. Dert etmedik, edinmedik bekleyişleri. Sıramızı beklemenin keyfine şükrettik.
Anam, “bırak konuşsunlar” derdi. Hatta, çok konuşanın çok yanılacağını ifade ederdi. Ederken “son gülen iyi güler” demeyi sözlerine eklerdi. Hey gidi hey! Hey gidi anam hey!
Biz sıra beklerken aklına geleni konuştu çoklar. Konuşurken yeltendiler en temiz dünyaları yakmaya. Soluksuz konuştukça arttı yüreklerinde karanlık odalar. Konuştukça salyalar savurdular avurtlarından. Yayılan her salya kendi insanlıklarını öldürdü oysa, ne yazık…
Ölen insanlığı gördükçe çınlar kulaklarımda en muhkem sözler. “Söz gümüşse, sukut altın” derdi anam mesela.  Of Of!. Söz gümüşse sukut altın. Söze bak söze. Şu anam akıl küpü, şu anam sır küpü sır!
Ne de kızardım “konuşup durma” dediğinde. Dilimden fırlamaya meyilli her kelimeyi soluklanışlar hapsettiğinde, nasıl da bunalırdım kimi vakit. Nerden bilirdi, kimden öğrenmişti böyle sözleri bilmem ki anam.
Gümüşü kapmaya meyilliler altını kaçırdıklarının farkına bile varamadılar. Ayrımında olamadılar en yakıcı, en yıkıcı kelimelerin. Kazandık sanırken kaybettiklerinin, konuşurken konuşulmadıkların hesabında olamadılar. Vay ki vay!.
Ben hala sıradayım. Ben hala soluklanmadayım. Ben hala sukuttayım. Dilliyken, dilsizim. Sözün ustasıyken sözsüzüm. Ben hala sabırdayım. Bu yüzden en mutluyum, kim bilir.. Ben sabra sığındıkça ertelemesizdir iç huzurum.
Anamın sözlerinden dem vururken babamı es geçtiğim sanılmasın. En uzun nutukları babam çekerdi. Her istediğim öğüt uzun nutuklara dönüşürdü. O nutkunu uzattıkça en kestirme yolları bulurdum ben. Zor yollar bu yüzden kestirme kalırdı. Öğütle öğünmeyenler hamlığın, soluksuzluğun, karanlığın yolcusu oldular. Ne yazık..

Dostların ve büyüklerin öğütlerine kapalı kalanlar soluklanmadan konuşmaya ne kadar meyilli…Başkalarının düşüncelerine kapalı kalanlar, kendilerini geliştirmek için hangi istek ve arzunun içinde olabilir ki. Dedemin, babaannemin, velhasıl büyüklerimin sevgileri yüreğimde gün geçtikçe büyüyor bu yüzden. Sözleri nutuğa dönüşse de daha fazla dinleyebilseydim keşke. Keşke onlar konuştukça hep sırada kalıyor olsaydım ben. Eksiklerimi onların öğütleriyle yamayabilseydim. Nutuk saydıklarımdan nice ayrıntıyı kaçırmışımdır kim bilir? Ah edişlerin, keşkelerin faydasızlığını düşünürken, düşünüyor olmanın yarattığı hoşlukları bilirim. Bilirken yeltenirim bildirmeye. Düşünürken yüz vermem aldanışlara. Yüz vermezken doluşur yüreğime altın küpleri. Öğütlerle doldurduğum küpler ne zengin şimdi. Boş küpleri gördükçe dolduruyorum gözyaşı şişelerini. Şeytanla yoldaşlık edenlerin eşeledikleri külü gördükçe doluyor şişeler. Bu da benim gibi nicelerin insanlığı herhalde. Eşeledikleri külün tahliline soyunmayanlar hangi aydınlığın yolcusu olabilir. Ah ki ah!... Tahminlere göre insan günde elli bin düşünce üretebilirken kül eşelemeyi sürdürenlerin oranı nerede kalır ki?  Ben hala sıramı bekliyorum. Sağlıcakla..

Hiç yorum yok: