Gelecekte ne olacağını bilmenin
imkansızlığını bilirim. Bilemeyişin
bilinciyle durarım dua bellediklerime. Hayırlısını dilemenin gücüne sığınırım her
daim. Gönülden arzuladıklarımın olabilirliğini de olmayabilirliğini de hesaba
katarım. Hesaba katmanın enerjisi iç huzurumu çoğaltır durur.
Her yazıya başlayışta ömrü
bereketlensin anamı hatırlatmanın alışkanlığı oluştu. Bu alışkanlığın okuyucuyu
ne kadar sıktığını tahmin etmek zor. Gerçek şu ki anaların davranış ve
duruşlarının insan hayatında önemli bir yeri olduğu kesin. Ya da belli yaştan
sonra onların bilgi ve tecrübesinin farkına varıyor belki insan. Bu varışla
dile dolanıp duruyor anam.
Anam “Hayırlı yazılar yazsın
Rabbim” derdi. “İyi insanlarla karşılaştırsın” diyerek dualar etmeyi ihmal
etmezdi. Babam rahmetli kısaca “dikkat etmemizi” sık sık tembihlerdi. Bu
tembihlerin, tecrübenin, tedbirin işareti olduğunu anlamak küçük yaşlarda en
zor şeylerdendi belki. O yaşlarda tembihlerin sıkan, bunaltan çokça yanları
olurdu. Anlamazdık, anlayamazdık neyin neden dendiğine. Ayrımında olamazdık
belki de. Tembihlerin tecrübe imbiğinden süzülüp geldiğini ilerleyen yaşlarda
anlıyor, anlayabiliyor insan.
Yaşadıkça , gördükçe, nice öyküleri
okudukça tembihin anlamını, farkını fark
ediyor insan. Aslında gelecekte ne olacağını bilmemenin rahatlığı, iç huzuru
oluşturuyor belki de. Bu huzur mutlu kılıyor insanı. Bu huzur inancın,
dolayısıyla kabullenmenin kendisi olsa gerek.
Bu esnada Dr. Richard Carlson’un
öyküleri gözlerimin önüne dikiliyor. Bir gün köyün çiftçilerinden biri bilge
adama telaş içinde gelerek; Öküzüm öldü. Tarlamı sürecek başka hayvanım yok.
Söyle bundan daha kötü bir şey gelecek mi başıma. Bilge; olabilir de
olmayabilir de cevabını verir. Telaşla köyüne dönen çiftçi bilgenin aklını
kaçırdığını söyler. Ertesi gün çift sürmek için başıboş gezen bir atı yakalar
çifte koşar. Bilgenin haklı olduğunu düşünür. Tekrar bilge adamın yanına gider.
Tekrar başına kötü bir şey gelip gelmeyeceğini sorar. Yine olabilir de
olmayabilir de cevabını alır. Yine bilgenin keçileri kaçırdığını düşünür. Sonra oğlu attan düşerek bacağı kırılır. Aynı
soru, yine aynı cevap. Sonrasında köyün bütün erkekleri çıkan savaşa çağrılır.
Büyük ihtimal herkes ölecekken, bacağı sakatlanan oğlan köyde kalan tek
erkektir.
Bu sonucu önceden kestirmek zordur.
Ama biz insanoğlunun istediklerimizin gerçekleşeceğine dair inanma meylimizle
sıkıntı yaşar dururuz çoğu kez. Edindiğimiz huylarda bizim mutlu veya mutsuz
olmamıza katkı yapar.
Bu sebepledir ki yazılarımda sevgi,
sabır, anlayış, iyilik alçakgönüllülük ve huzur gibi nitelikli kelimeleri
tekrar eder dururum. Her tekrar hatırlamak için, nitelikli davranışları yüzeyde
tutmak için gereklidir. Aynı zamanda yüreği temizleyen, genişleten bir yoldur
bir diğer yandan. Kötülük içeren niteliklere sarılanların hangi düzgün
alışkanlığı olabilir ki… Edindiğimiz kötü ya da iyi huylar değil midir insanı
belirleyen. Edindiği huylara göre iyi ya da kötü anılmaz mı insan.
Ailenin ebeveynlerin bu yüzden önemi
büyük. Bize kazandırdıkları düzgün huylardan dolayı anamdan bahseder dururum.
Yüreğimize yapıştırdıkları inançtan dolayı, en donanımsız yapılarına rağmen
doğru kavramları belletişlerinden sayıklar dururum babamı. İnsan olmanın
uzağında kalmaktan korkarım belleyişlerle. Bu yüzden şükreder dururum.
Babamın tembihlerini kulağıma küpe
yaparken, anamın dualarına sımsıkı sarılırım. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder