9 Nisan 2013 Salı

LAF OLSUN TORBA DOLSUN



Yıllardır karınca kararınca yazmak için uğraşıp duruyorum. Bu uğraşıların bedenime, ruhuma kattığı gıdanın çoktan farkındayım. Bir gıda alamamış olsaydım yazmak benim için gerçekten zordu. Yazmak için okumak, araştırmak, pek çok soruyu kendi içinde sormanda gerekiyor. En başta,  neden yazdığının farkına varmak gerekiyor. “Laf olsun torba dolsun” misallerini çok görmüş biri olarak “laf olsundan” öte şeyler yazabilmek en önemli unsur. Sahici olan, raydan dışarı çıktımı sözde şuursuzluk başlar. Bunları derken çok iddialı laflar ettiğim düşünülebilir. Az önce söyledim. Kendi çapımda, kendi birikim ve gözlemlerim dairesindedir benim iddiamda. Engin birikim ve donanımı olanlar çok daha usturuplu laflar etmesini en iyi bilenlerdir. Onları alkışlayıp kutlamak gerek.
Geçen,  fakülte bitirmiş yerel köşedarlarımızdan biri çevre konusunda yazmış mesela. Çevre önemlidir deyip, birkaç hadisle de yazısını takviye etmiş. Ufacık çocuğa sorsan çevrenin önemi konusunda onlarca laf söyler. Aynı yazar, gelişen teknolojiden de bahsetmiş yazısında. Yani “laf ola torba dola”. Hadisle desteklemeye çalıştığı yazıda gelişen teknoloji karşısında çevreyi nasıl korumalıyız? sorularını kendi içinde sorup bir şeyler sunsa başım gözüm üstüne. Yok, yok..
Değişik illerimizde yapılan şiir şölenlerinde de çok karşılaşırım şuursuz şiir ve söylemlere. Kürsüde endamıyla boy göstersin yeter. Gerisi, gerisi boş. Diğer yandan yazdıklarıyla, söylemleri ve şiirleriyle toplumsal bilinç oluşturmaya çalışanlar, yol yordam gösterenler de ne yaparsınız ki, çoğu kez yanlış anlaşılır. Laf olsun torba dolsuncular kolaycılığın konforunu yaşarken, sahicilerin payına sadece “yuhlar” düşer. Neyse.. Laf olsuncular incineceğine ben incineyim ne çıkar?
Okullarda Türkçe derslerinde hepimiz rastlamışızdır. Ne, nerede, nasıl, kim, ne zaman, niçin, neden? Gibi soruları sormazsak okumayı çözmek de sıkıntı doğar. Bu soruları sormadan yazmak da gerçekten zor. Bu soruları sormak insanın içindeki merakları da ortaya çıkarır.  Toplumumuzda merakla ilgili olumsuz sözlerde maalesef vardır. Vardır da  gerçek de şudur ki, merak duygusunu kaybetmiş olanlar hem ruhen, hem fiziken  çok çabuk çökerler. Toplumda en dikkat ettiğim şeylerden biri de budur. Merakını yitirip kenara çekilmiş kişiler genç yaşta çift yönlü çökmüş gözükmektedirler. Bu yaşta yağlı boya tablo yapıyor. Bırakın yapsın. Şiir yazıyor, yazsın. Tarla da üretim yapıyor, bırakın yapsın. Bunların her birini yapmak için merak duygusunun diri olması lazım.
Laf olsun torba dolsun insanı bunaltır, sıkar.  Sıkıntı insanı erkenden kocatır. Sıkıntılı insanlar çoğaldıkça toplum da huzur olmaz.
Yazılarımdan birinde yerel üretimlerimizden bir ürün konusunda bir sürü sorular sormuş, bu konuda özeleştiri de bulunmuştum haklı olarak ve de sahicilikten sapmadan. Aman, aman! Öz eleştiriye bile tahammülü olmayanlar neler demedi ki? Onların gözünde sadece işçi parçasıydım. İşçi parçası diyenler yukarıdaki soruları merak edip kendilerine sorsa doğru ipe sarılacak. En azından raydan çıkmayacak. 
Emeklisin, ne uğraşıp duruyorsun diyenlerde pek çok. Hatta yazdıklarımdan kaç para kazandığımı soranlar bile var. Hay Allah!  Emekli olduysam, bu ülkeye hizmet etmekten geri mi duracağım. Asla. Emekli olmak her şeyden elini eteğini çekmek midir? Yazdıklarımdan kazancımı merak edenlerse benim gözümde sadece paragözlerdir. Yazmanın gelişirken geliştirmek olduğunu bilmeyenlerdir. Manevi gıdanın ne demek olduğunu bilmeyenlerdir. Sadece para kazanmayı düşünenler etrafında ne olup bittiğinin bile farkına varamayanlardır. Sadece paraya odaklanan insanın, kafasında sağlıklı merak ve soruların çoğalmasını beklemek hayaldir bence.
Ben bu ülkenin bir bireyi olarak meraklarımı canlı tutarak zinde kalmak, bu zindeliğimle topluma fayda sağlamak istiyorum.Bu duygularla “aman doktor derdime bir çare” türküsünü Ossu..tan tayyare /selam söylen o yare türküsüne değişmiyorum.  Bilmem yine yanlışta mıyım? Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: