Kelime olarak “aydın” tek başına bile insan kulağına hoş geliyor. Belki bu yüzden aydınlık havalarda çok daha mutlu hissederim kendimi. Puslu havalarda da inadına mutsuz ve karamsarımdır. Aydınlıkta görür gözüm her şeyi. Hele aydınlığın teni ısıtan, yüreğe bin bir hülya katan, umut yükleyen yanı da varsa deyme keyfine.
Her ne kadar karanlık anlarda arayış içine girse de insan, o anlarda çıkış ve çözüm arayışına yönelse de, ben hep aydınlığı yeğlerim. Aydınlığı hangi kaynağın sağladığına ya da karanlığı hangi sebeplerin doğurduğuna dikkat ediyor muyuz bilinmez. Ama karanlık içindeki el yordamı arayışlarda bir yere toslamak, kazalara uğramaktan korkarım her vakit. Belki de beni bu korku, aydınlığa meylettirir.
Aydın olmak ya da aydınlanmak. Aydınlandığın kadar ışık saçmak! “Ay” böyle değil midir? Aydınlandığı kadar, açıkçası aldığı kadar ışık saçmaz mı gecelere. Aldığını aktarabilmek de önemli midir? Elbette önemlidir.
Gündüzü aydınlatan güneşe bakın. Aydınlatan gün, aydınlanan gündüz. İçinde aydınlatan olmasını sağlayan enerji olmasa ona güneş demek mümkün mü? Ya da gündüz o enerjiyi alma, yüklenme arzu ve gayretinde değilse, gündüzler aydınlık olabilir mi? Bazen de aydınlanmayı engelleyen o kadar çok etken çıkar ki ortaya. Canınız sıkılır, daralırsınız durduk yerde. Bulutlar inadına engeller “gün”le gündüzün ilişkisini. Aydınla aydınlanması gerekenlerin arasında bazen öylesine engeller oluveriyor ki Bazen de öylesine bir duruş sergileniyor ki, aydın aydınlatmak, karanlık aydınlanmamaya direniyor. Neden ve nasılları cevaplamak zorlaşıyor kimi zaman.
Aydın nedir? Sorusuna cevap arayalım isterseniz. Sözlükler şöyle tarif ediyor aydını. Bilgili ve kültürlü, münevverdir diyor. Yani bir donanımı olacak, bir birikimi olacak.
Bana göre bu donanıma sahip olan kişi, kendisi ve toplumuyla ilgili sorunları görecek, sorunlar konusunda öneri üretip geliştirecek. Dahası içinde yaşadığı toplumu sevecek.
İçinde yaşadığı toplumu ve değerlerini dışardan gelmiş turist gibi seyreden, sorunlara çözüm üretmeyen, öneride bulunmayan kişi ya da kişilere nasıl aydın diyebiliriz. Aydınlar susarsa, aydınlıklar nasıl oluşur?
Birbirimizi rakip gibi görerek aramıza sis perdelerinin girmesini nasıl engelleyebiliriz? Aydınlar aydınlatmaya arzulu, ihtiyacı olanlar aydınlanmaya istekli değilse nasıl gelişebiliriz?
Her iki tarafın arzulu olmadığı durum sürerse, sokakları kirletmeye, kamu mallarına zarar vermeye, ormanları yok etmeye, ülkeyi ağaçsız bırakmaya, doğayı kirletmeye, televizyonların reyting programlarına kurban vermeye, dedikodu yapmaya, okumak için değil kupon kesmek için gazetelere almaya devam ederiz. Dahası? Dahası saymakla bitmez. Karanlıklar sel gibidir. Siler süpürür.
Bu noktada birazda insaflı ve insancıl davranarak dönüp kendimize bakalım. Alıcı mıyız vericimi? Yoksa her ikisi mi? Aydın mıyız değil mi? Güneşin yanında ay olamıyorsak, mum bari olur muyuz, olamaz mıyız? Hiç olmazsa ışığı yansıtan aynalığı tercih eder miyiz etmez miyiz?
Ya enerjiyi toplayan bir güneş kolektörü? Hangi konumdayız, siz sahiden hangisi olmak istersiniz? Hep birlikte düşünüp, kendimize rol belirleyelim. O zaman gelecek daha da güzel olacak. Evet diyorsanız gözümüz aydın, gözler aydın. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder