14 Temmuz 2025 Pazartesi

VASFIN GÖÇÜ!

 Her gün biraz daha köşesine çekiliyor insan. Tarifsiz sessizliğe bürünmeye meylediyor dil. Huy mu şekil değiştiriyor vakit mi zamana uymuyor tahmini güç bir durum. Negatif pozlardan baskılanmış, sararmaya meyleden fotoğraflar gibi yürekçiğimin duruşu. Kelimelere sığmayacak ağırlıkta duygusal gelgitlerim. Hüzne meyil verdikçe, sonbahar bitkilerinin salınışı gibi içimdeki sesler. Gözyaşlarım ha aktı, ha akacak durumunda. Bu anlar göğsümün en yufka anları. Yanağımdaki yaş en sıcak seyrinde. Sonsuzluğa bırakmaya çalıştığım insanlık ve jet hızında akan zaman.  Hayatla kavgalarım, kaygılarım, şu ana kadar ki en çok da aldanışlarım.

Gönül göklerde uçarken, avuca sığmayan beden. Toprağa basışım,  tatil fotosu paylaşmalarım, sokakta en kasıntılı adım atışlarım. Hey gidi hey! Kargaşa, karmaşa, curcuna, şamata. Dert ettiğim, etmediğim ne varsa duygunun yokuşunda sarıyor yüreğimi. Sardıkça artıyor iç kanamalar. Bacaklardaki derman kesiliyor önce, göz fersizleşiyor gün gün. Boğazda düğümleniyor topak topak hınçlar. Maddi varlıkların, etiketlerin, makam ve mevkilerin, eldeki imkânların, aldatan boşluklarının dehşeti dikiliyor gözlerinin önüne. O dehşetle kapılıyorsun evhamlara.  Pişmanlıklar, ah edişler çakırdikeni gibi yığılsa da üstüne, akılları baştan alan ihtirasların kurbanı olur insan. İnsanın içindeki kör kuyular, fokurdatan amansız ateşler, gereksiz hırslar, doymayışlar, kuruntular, sinsice etrafı dalayan ısırgan oluyor.

“Nasıl bilirsiniz?” dendiğinde cemaatin cılız sesi! Hakkınızı helal eder misiniz? Sorusunda, “helal olsun!” cevabının gürlüğü huzura erdirecek hal midir bilmem ki!

Sürüp gidecek sandığımız günlerin, eskimez sandığımız bedenin, içimizde azgınlaşan kuruntunun hesabını, var olan sonda verileceğini bilmek lazım.  Aldatırken, nasıl aldandığını düşünmeli insan! İçi titremeli içi!  Yalan dolana hapsoluşlar, çamur atışlar, çıkara meyleden davranışlar! Ühhüüü! Yakar insanı yakar!  Anlamayı akıl etmeyenler, insanlık yağmurunun bereketine inat, çevresine ateş üfleyenler, düşmanlıktan medet umanlar; tedavi edilmesi gereken kuru gürültüsünüz.  Sonbahar rüzgârları sert eser. Yerin kovuklarına bile sığmayacak kötülüklerinize son verin yeğenim. “Hayra soluk soluyan, hayırlı insandır” derdi anam. Can yakacak davranış biçimleri sonbahar rüzgârlarının esintisinde gelir kendinizi yakar.

Anam, kimilerine bakıp, “bunun garnı b.k dolu” derdi. Kötülükten beslenenlerin eni sonu ıstıraptır. Kuru gürültü içinde ömürleri gelir geçer. Bir başkasını aldatan kendini aldatır.

Kuşların taze mevsimlere göç için hazırlığı vardır. İnsan da yeni mevsimlere ulaşmak için, her günün sabahında adım atışımızdan, aldığımız nefese, yuttuğumuz lokmaya, ağzımızdan çıkan söze velhasıl duruşumuza bakmak lazım. Hayırla anılanlar olduğu gibi, şerlerinden bahsedilenler vardır. Hangi grupta olmak istersiniz?

Hayat bitse de, duruş ve karakterin güzelliğinden bahsettirmek insanın kendi elinde. Vasıf önemlidir. Vasıf göçerken önemli.  Vasıf huzurun vizesi kardeş.

Türkülerimiz bile açık seçik belirtir her şeyi.  O manada bile dilden dile ulaşır da gerçekler, yine de aymaz kimiler. Hiçbir şey yapmayıp türküleri can kulağıyla dinlese doğru ritmi bulur insan. 

Kul Ahmet’in “seher yeli nazlı yare” sinde “düşmüşem elden ayaktan” dizeleri sonun derinliğini anlatan sözlerdir. Yine  Ruhsati’nin türküsü ne güzel hatırlatıp uyarısını yapar. “çok yaşayan yüze kadar yaşıyor”. Mesele, uygun ve düzgün yaşamakta.yaşamın türküsünü doğru okumakta. Göçler çok yakınımızda. Sağlıcakla

6 Temmuz 2025 Pazar

MEŞGULİYET VE TERCİH!

Hep meşguldük. Neyle? İşle, güçle, geçimle. Hayatın kendisiyle. Ailemizle, çevremizle, köyümüzle, kentimizle velhasıl ülkemizle, insanımızla, insanlığımızla. İnsanlığımızı muhafaza edecek duruşla. Bu yüzden zikzaklarımız olmadı bizim. Bu yüzden mutlu olduk cancağızım. Üzüldüğümüz anlar oldu mu? Elbette. Üzenler oldu mu? Ühhü! Yığınla.

Şu an, geçmişte yaşadıklarımı, kalbimden geçenleri tam olarak adlandırmak zor mu zor. Biz düşüncelerimizi, kimseyi kırmamak adına yüreğimizin kuytu odalarında zapt ederken, sorun çözmek adına bilgiç bilgiç kaykılanların ortalığı karıştırmakta üstlerine yok.  Hatta öyleleri şamatanın tam olarak kendisidir kardeşim!

Sadece sevgiyi, ilgiyi alakayı almaya alışmış kimselerin vermek gibi derdi olmuyor. Zaman içerisinde güçlü küçümseyiciler olup çıkıyor böyleleri. Biz, zamana bitmiş gibi bakıp, alçak gönüllülüğü yüreğimizde tutmaya çalıştıkça hoyratlaşıyor kimileri.  Ha bire içlerindeki kaosu boca etmenin hava ve hevesinde oluyorlar. Böylelerine uçmayı öğretmek, hayatın gayesini özümsetmek zor yeğenim. Terbiyemiz boynu bükük seyrediyor çoğu zaman.

Dün birisi “yüzüne gülve” diyor. Kimin yüzüne? Yanlışın! Yanlışın yüzüne güldükçe daha da arsızlaşmaz mı?   Yüze gülmelerden değil mi şımargınların varlığı? Keserle çivi çakma becerisine sahip olmayanlar teknolojik mikser maşallah. Attıkları her adım misket üten çocuk hevesi ve kurnazlığında.

Biz meşgulken üttü kimileri! Yüzlerine güldükçe,  görünmez tuzakların, çamurların hesabını yaptılar. Yetmedi; şiirimize, sanatımıza, duruşumuza, güçlü sosyal yapımıza dil uzattılar. Gece yarısı telefonlarıyla kudurmuş sözcükler fırlattılar çekinmeden.

Biz hep meşguldük! Neyle?  Toplumun dertleriyle.  Neyle? Üretmenin hevesiyle. Neyle? Sevgiyle. Neyle? Memleket sevdasıyla!

Sizi gidi tıfıllar!  Hastalığınız o kadar açıktaki. Herkes farkındayken siz değilsiniz. Yakan topsunuz olduğunuz yerde. Herkes bulaşmamak için sabrı zorluyor kardeş! Bize de uyarı çekiyorlar an an! “Boş ver uyma, bulaşma!” diye. Siz sabrı bilir misiniz? Yiyip içtikleriniz aklınızı bulandırdıkça düz çizgi kalmaz sizde.

Rahmetli anacığımda çok uyarmıştı çocukluğumuzda. “Filancıya, feşmancıya sakın uyma, uzak dur!” diye. Çirkef olanı bilirdi. Çirkef olanın çirkinliğini bilirdi. Vaktin zayi olmasından korkardı. Anamızın uyarıları bizi mutlu kıldı belki de. Üzülsek de mutluluğumuz eksilmedi. Şükre yaslanmak sırf bu yüzden bile mühim ebbabım!

Bu ülkenin ekmeğini, suyunu içip düzgün yürümemenin hesabını sorar Allah! Yürümeyi öğrenen her insan, yeri geldiğinde uçmayı da öğrenir. Bu topraklara hizmet için kimsenin ittirmesine gerek yok. Kötülükleri içinde besleyip, kendini iyi addedenler, zayıflığınız ortada.

Zayıf olanların düşünce yapısı da arızalıdır. Bir rüya süresi kadar kısa olan şu ömürde gerçek meşguliyetlere, yönelmek huzurun kendisidir.  Bunu bilir söyleriz.

Biz kaybetmeye bile kader deyip tevekkülle karşılarken, kimileri varsın yüz üstü yüzüyor gözüksün. Tüm iyilikleri es geçip insanlığı kalleşçe ortada bırakanlar eni sonu kendi kör kuyularında boğulacaklardır. Attıkları taş kimi zaman baş yarsa da, bizim cennetimiz onların yardığı baştan doğacaktır.

İki kelime,  iyi ve kötü! Mesele tercihte. Sağlıcakla.

10 Haziran 2025 Salı

AKILLA YIKANMAK

 “Sakla samanı gelir zamanı demiş” atalar. Samanın saman olması için geçtiği evreleri düşündüğümüz zaman, önemsiz gibi görünen şeylerin önemini kavrıyor insan. Kelimelerin oluşturduğu cümleler, hatta okuyacağınız bu yazının tamamı bir emeğin, bir çilenin hatta yaşamın yarattığı tecrübenin, gözlemin sonucu olup çıkıyor.

 Topraktan yaratılmış, ana rahminde pişerek dünya gelmiş, hesap gününe inandığını sandığımız biz insanlar geceyle gündüz gibiyiz bazen. Anlaşılması karmaşık, anlatılması o kadar zor ki! 

Ne demiş Müzeyyen Senar; Kapıldım gidiyorum/ Bahtımın rüzgârına/ Ey ufuklar diyorum/ Yolculuk var yarına!

“Yarın” dediğimiz yolculuk nereye bilmeyen var mı?

Evvel Allah biliriz el birlik. İnsanlar nelere kapılmıyor, nelere aldanmıyor ki. Bu aldanışların sonucunun nereye vardığını da görüyor aslında.

İnsan, aklıyla yıkamalı çok şeyi. Hatta duyguyu, düşünceyi, fikri, davranışı, duruşu, attığı adımı, ağzından fırlayan kelimeyi yıkayıp arındırabilmeli.

Ağıtlar büyütecek davranışlar içindeyiz kardeş! Kim ayırtında, kimler farkında? Aklımız, akıllıktan çıktı yeğenim! Bencilliğe, fırsatçılığa küçük çıkarlara çanak tutmaya başladı cancağızım. Kalabalıklar içinde yalnızlıkların tapusu boynumuza asılı kaldı. Yıkım ekipleri aklımızın orta yerinde. Yık ve üt! Kurnazlığı akıl, aldatmayı hüner sanıyoruz be ya! İnsanın yarattığı hile ve kurnazlıklar içinde üşüyüp, üşüyüp gidiyoruz. Sen sanırsın sıtmanın nöbeti. İnsana ait zaman kayıp gidiyor ellerimizden. Hatta kapıp gidiyor ne haber!

Kendimize dair süzgeçten geçirilmesi gereken nelerimiz yok ki! Adam tehditle çıkar sağlamaya, yalan- dolanla karşıdakini yıpratmaya, düşmanlaştırarak zemin tutmaya hevesli. Ühhü! Dahası, say say bitmez. Saydıkça ve sayıları arttıkça sönmeyen yangınları alevlenir yüreğimin. Kayıp zaman sayarım yangın vakitlerini. İçimizde taşıdığımız ölümü unutmanın kaygısızlığı kahreder vakitli vakitsiz. Birini üzmenin, hakkı gasp etmenin, fırsatçılığın cambazlığında huzur arayanların vay haline. Kimileri aklın, aydınlığın, birliğin yasına ve kaygısına düşerken, aklı ve insanlığı yıkılmış olanlar donmuş göllerde buz kesiyorlar.

Bedensel duruşlarıyla iç dünyaları açıkta olanlar, ne kadar aciz ve basitsiniz görebilseniz. Buz kesen halinizle hangi kesere kulp olursunuz merak konusu kardeşim.

Sevinçleri en duru haliyle sunabilmek, aklın gergefinde dokuyup birlik ve beraberliğe dağ gibi koşabilmek insana ve insanlığa hizmet noktasında fedakârca yürüyebilmek kültürel birikim işidir birazda. Avcıların yalanları bitmezmiş. Avcının işi pusu kurmak olunca, yalanlar da avlamaya dairdir. Nerde kaldı hesap günü? Avlamanın hesabıyla nasıl da unutulur gerçekler? Nefsin rüzgârıyla savurur, savrulur akıl. Kiminin kendi içinde fısıldaşan sözcükler savruldukça gün yüzüne çıkar. Bakar bakar üzülürsünüz. Böyleleri kırılıp düşerken bile, hece hece kendi insanlıktan çıkışlarını fark edemezler.

Duygularımın ağır yaralı duruşu ve anlatımdaki dram kendi ateşinde boğulanlara üzülmektendir. İnsanlığı bozan, bozulanlardır aklı yunmamışlar. Vah ki vah!

Aç kulağını, yuğ yuğabildiğince yüreğini. Çünkü tüm duygular yüreğinde toplanır insanın. Bahtın rüzgârında değil, aklın yolunda yürümek için bugünden tedbir şart mı şart!. Sağlıcakla

26 Mayıs 2025 Pazartesi

SİLDİM SİZİ!

Mevsimin bu vaktinde başını hangi yöne çevirsen yeşilin, hatta renklerin çeşidini görüyor, çiçeklerin kokusunu olabildiğince alıyorsun. Gelincik beyazının, kırmızısının hatta siyahının albenisi var kardeşim. Renkler bu mevsimde çekiyor içine kendini. Havanın ferahlatan, huzur veren bir yanı oluyor canım! Polen rahatsızlığı olmayanlar için tam bir huzur vakti. Evlerin bastıran bungunluğundan kurtulmanın bayramı sanki. 

Suyun akış şırıltısına kendilerini kaptırmış çekirdeği çıtlatıp iki dudak arasından suya fırlatan genç ergenler; kitapsız, kayıtsız, kıpırtısız, kaygısız. Hayat onlara güzel!

Piknik yerlerindeki insanların huzur içindeki kaşık şakırtısı, mangal dumanı, çocukların koşturmacısı, yeni yetmelerin motor sesi, ip atlama özgürlüğünü yaşayamamış tazelerin ürkek duruşla ipe ritim tutturuşları. Yürüyüş yolunda göbek pozu gösterisindeki genç kızlar.  Salkımını suya sallayan söğüt ağacı. Oltasını dereye atıp güneşin baş yakan sıcaklığını bile fark etmeyen ayyaş oltacı. Hepsi kendince mutlu, hepsi zamanı yutmaya çalışan birer avcı. Bu kalabalık ve telâşe içinde okuyan insan yok kardeşim! Okumak, otururken yapılacak iş değil. Okumak ciddi iştir çünkü. Ya uyumak? Sayfaları çevirmek emek ister.  Gözün göreceği iş değil. Göz yorulur birader. Ühhüü! Daha nelerden alıkoyar okumak say say bitmez.

Okumak, bu mevsimde hikâyelerin içine sokar insanı. Söz dinlemeyen şiirlerde kelime düzer,  hece ördürür insana. Oturduğun gölgede, alır başını gidersin suyun şırıltısında. Gökyüzünde uçan kuşun hücrelerinde gözyaşı olup kendi yüreğinde kaybolursun.

Olan bitene anlam yüklemekte zorlanan yetmişliğin abdest almaya niyetleniş tavrını oturduğu yerde çorap çıkarışından anlarsın mesela.

Elinde çalıdan süpürge-faraşla yarı ezik dolaşan çevreci çöpçü. Yüreğinde türlü düşünceyi, isyanı, belki de bin bir küfrü dövüştüren çöpçü. İçinde kendince kızmabirader oynuyor kim bilir?

Görselle güçlendirdiği resimle pikniğe giderken fazladan iki poşetle gidin diyen Mustafa Uysal! Uyarın yüreğimizde. Bunu da mı yaptıracaktın diyen, dürtükleyen içimdeki sinsi bir his! Evde yapılamayan dağınıklığı doğada bırak özgürce yapsın insanlar. Gençler banklara isimlerini kazısın bıçakla. Motora ara gazı nasıl verildiğini göstersin. Bebeğinin bezini suya salsın anneler. Ya da öylece bıraksın. Bıraksın da başıboş köpeklere de iş çıksın durduk yere.

Köpek deyince çarpıntılarım arttı bak.  Karanlığı aydınlatan sokak lambasının şavkından aldığım cesaretle saymaya çıkacağım köysüz köpekleri! Hangisi hangi çöpü karıştırıyor merakıyla biraz da.

Yalan değil söylediklerim. Cansız nesnelerin çevresine bir şey katmayacağı iddiasında kimiler. Küçücük taş parçası karıncaya, börtü böceğe korunak oluyor oysa. Taşın yalanı, dolanı da yoktur üstelik. Tepecikli Kamil, taşların bu yönünü ortaya çıkarmaya çalışıyordur kim bilir? Bir vakit demiri yontup bulamadığı sığınağı taşta arıyordur. Usuldan ve sessiz.

Bu sessizlik içinde kitaplar, sokaklar, ağaçlar, doğa, dünya “hayat nedir?” sorularıyla geliyor üstüme. Ben ve benim gibiler bu sorunun gizemini çözmeye, sorgulamaya, sorumluluk duygusunu artırmaya çalışırken, güzellik adına ne varsa kirletmeye çalışan canlılar! Bir yazının içinde yer almayı hak etmeyen canlılar. Kırıp döken, kirleten, üten, yutan, aldatan canlılar! Sildim sizi!

Silsem de, uyarım size. Bir ağaç yaprağı olamasanız da taş olun taş!

 “Hayat nedir?”sorusunu kendine sormayanların hayatı anlamak için gayretleri olur mu? Geldi geçti ömrüm boşa… Sağlıcakla 

18 Mayıs 2025 Pazar

YAŞ TAHTADAN EV OLMAZ!

 

İnsanca sevmekten uzağız biz. Her birimizin neden, niçin kaynaklandığını bile bilmediği hırsın, kinin, nefretin esiri olup çıkıyoruz. Anlamsız rekabetlerin, yüreğimizi kabzeden intikam duygularının, kıskançlıkların esaretinde yollar yürüyoruz.

Bilgiç duruşlarımız, çirkinliğin girdabında sevgiyle dokunmayı unutuyor cancağızım. Tutulması gereken onca güzel iş varken, kin bulutları ortalıkta toz duman. Saldırı üstüne saldırı.  Kötülükten beslenmeyi alışkanlık edinmiş kimileri. Doğruya kapı araladığı sandığı sabırsızlıkla; hırçınlığın, kötülüğün bekçiliğini yapıyor bazıları. İçlerindeki virüsle, toplumsal huzursuzluğa çanak tutacak isyanın ateşinde yandığının farkına varamıyor.

Baharlar, bülbüller, kelebekler, şarkılar, renkler, türküler kayboluyor yüreğinde.

Ruhunun hasta olduğunu göremiyor, kabullenemiyor. İnsanlığı kaybediyor özünde insanlığı!. Merhametsizliğin, kusurlu duyguların engelinde her şeye parmak sokmayı adamlık sanan duruşla kendini yok edişin yollarını yürüyor. Esaretinde kaldığı hayatın dışında iyiliğe dokunmaya niyetlenebilse, kendinden başkalarına sıcak bir bakış sergileyebilse, var olmaktan zevk alacak.  Iıh!... Aynı duruş ve bakışta dura dura huy edinmiş huy! Huy sandığımız alışkanlıklar karakteri sıfırlamış birader.

Rahmetli Anam; sözlerin kime, neden,  niçin dendiğini anlayamadığı zaman, “ne diyo bu be!?” diye çevresindekilere sorardı. Anlamasına anlardı da, sorarak konunun netleşmesini hedefe ulaşmasını sağlardı kimi zaman. Kimi zaman da “uyma sen o deliye” derdi.

Büyük sözü dinlemenin kaygısızlığında büyüdük biz. Şikâyetçi miyim? Değilim ama… Uymaya uymaya azıyor kimi. Laf edilemez adam kılığında pozlara giriyor.  Sabrı zorluyor yeğenim.

Arif ve engin insanlarımız vardır bizim. Hatta söze ve sözcüklere yüklediği anlamla takla attıranlarımız. Kızına söylediğini sanırken, gelinine laf yetiştiren kaynanaları biliriz mesela.

Evirip çevirmeden, hatta eğip bükmeden, fazla da uzatmadan ifade edeceğim kardeş!

Sözüm, bulunduğu ortam da cıvıklık yapmayı iş yapıyorum sanan, soluduğu havadan, içtiği sudan, yararlandığı doğadan mutlu olmayıp çirkinleştiren, nerede nasıl davranacağının ölçüsünü dahi tutturamayan,  bozduğu havayla,  kirlettiği dünyayla, huzuru kaçırmaya çalıştığı diyarda içindeki kötücül virüsü besleyenleredir.  Adamlık pozlarında yaşarken bi kesere kulp olamamış,  olmuşlara salvolar savuran kendini, hatta haddini bilmezleredir.

Torunum var. Allah acısını göstermesin. Beş yaşında. Eş dost soruyor, kaç yaşında? –Beş!

Neden “beş” demişim. Hal bu ki “altı, yedi demeliymişim” itirazları peşi sıra geliyor. Yani çocukça çocuk bir an önce büyümenin merakını yaşıyor. Büyüyen yaşın olgunluğunu üstüne yapıştırmaya çalışıyor.  Toplum içinde kimileri de var ki, yaşı rakamsal olarak değişse de büyüyemiyor. Daha doğru ifadeyle, gelişemiyor yeğenim.

Çocukluğum köyde geçti. Önceleri ev ortamını ocak başında yakılan odunlar ısıtırdı. Sonra sobalar çıktı. Müthiş yenilikti. Attın mı odunu kömürü içine, bacanın çekişi de güçlüyse, papırdayarak yanardı.  İnsanın sırtını bile ısıtırdı. Şimdilerde doğalgazlı kombili ısıtmalar. Soba sıcaklığına alışkın olanlar kombili evlerde battaniye örtüyor üstüne.

İnsanlığın, dostluğun, komşuluğun, birlikte yaşamanın sıcaklığına, samimiyetine, güvenine, vefasına alışmış kuşaklar donanımlı sanılan yeni yetmelere(!) alışması zor. Vefa yok, vicdan yok, duygu yok! Ne kadar büyürse büyüsün boş, boş! Boş olanın yarattığı boşluk da büyük olur. Hatta boş olanın tıngırtısı yüksek olur cancağızım.

Kimilerin bir duruşu vardır ki anamın ifadesiyle “on beşli” sanırsın. Doluluğu rakamların üstündedir. Sıcaklığı yeter insana.  Yaşına rağmen geçirdiği zamanın doluluğuna göre gösterdiği yaş vardır kimilerinin.  Attığı adımı bilen, sabırlı, olgun..

Bir de yaş basamaklarıyla ilgili âşıkların saz eşliğinde dillendirdiği hal ve durumlar vardır.  Üzerinde durmak lazım. Ömür kısa yol uzun. İyiler iyilikleriyle, kötüler kötülükleriyle anılır. Yaş tahtadan ev olmaz. Durdukça gıcırdar. Sağlıcakla.

24 Mart 2025 Pazartesi

SUSARKEN BOĞULMAK!

 

Köy düğünleri başkaydı. Hele bizim köyün düğünleri. Hazırlıklar altı ay öncesinden başlar yakın akrabadan öte, konu, komşu bile işin ucundan tutmak için can atardı. Nohudu, pirinci, yufkası, etliği,  hoşaflığı, keşkeği hazırlamak yalnız başına içinden çıkılacak işler değildi. Komşu elinin değdiği, el birlik iş tutmanın güzelliği hoştu, hoşluktu.  Oğlan evermenin, kız çıkarmanın en tatlı tarafı bu dayanışma, birlikte iş yapma biçimiydi. Yoksa bir başa düğün yufkasının altından kalkmak zordu.  Kaç kadın bezeyi hazırlayacak, kaçı açacak, nöbetleşe kimler saca atacak, hatta yorulanı kimler değiştirecek tam bir planlama işi kardeş. Katkıda bulunmanın, destek olmanın yardımlaşmanın keyfini çıkarırdı insanlar. Bugün bana,  yarın sana.  Bu türden bir araya gelişlerde bir birinden çok şey öğrenir kadınlar. Babamın okuma yazmayı askerde öğrendiği gibi. Hamur daha kolay nasıl karılır, yufka açmanın pratik yöntemleri nelerdir, sacın sıcaklık tavından iş hazırlığına kadar gerçekten çok şeyi öğrenir geliştirir insan. Dokuz akıl bir araya gelince güzel işler çıkar ortaya. Ya şimdi?....komşudan yardım istemeye kalksan,  “kaç para vereceksin?” diye soruyor. Böyle şeyleri görünce Aşağı Pınar’ın akarına basasım geliyor kimilerini(!). “Her şey para değil desem”, işe yarar mı? Yaramıyor artık.

Geçen seneler içinde çok şey kaybettik çok! Herkes birbirini rastgele severdi. Dostça, en samimi tarafından insanca, candan. Paraya bağlanmazdı her bir şey. Sırf bu yüzden özlüyorum eskiyi. Sırf bu yüzden mevzu ediyorum geçmişi.  Düğünden mevzu açmak, yardımlaşmayı örneklemek adına. Konu konuyu açıyor böylece. Hem kendimi meşgul ediyorum hem sizi. Dahası eskiye dair çok şeyi yeniden tazeleyip bugünle kıyaslamanın ortamını yaratıyorum.  Aynı zamanda geçmişi kayda geçirmiş oluyorum kardeşim!

Zamana anlam yüklüyorum.  Yaşayana her şey lazımdır yeğenim. Yaşamayan  duadan öte ne bekler ki! Anılar bile çok işe yarar.  Anıları hatırladıkça bugünün dünden  daha iyi olmasını arzu ediyorum. Neler istiyorum neler!.  İstemek insanın canlı olduğunu gösteriyor. Allah da sevinci, tasayı, sıkıntıyı, felaketleri, güzellikleri biz insanlar için yarattı belki de. Arzulayışlardır bizi diri gösteren. Yoksa taştan ne farkımız olur ki? İyi işlerin, iyi düşüncenin, iyiye gayretin sonu huzurdur. Dünyanın güzelliğine bizim iyiliklerimizi güzel düşüncelerimizi ekleyebildik mi değme keyfine.

Sadece düğünde miydi yardımlaşma? Tarımda, hayvancılıkta. Doğumda, ölümde. Hayatın her alanında yeğenim. İyiye ve mükemmele giden yolda ne yapılması gerekirse. Yardımlaşma  ve dayanışma eylemi insanın gönlünü genişletiyor iç huzuru veriyor cancağızım!. İyiliğin üstünlüğünü el üstünde tutmanın bilincinde kalıyor insan. “Düğün elle, harman yelle” derdi anam. O, öyle dedikçe öğrendik biz, hayatın ve insanlığın ne demek olduğunu.  Öğretmek, farkına vardırmak da ustalık işi bizim oğlan!

Hastalansak işimizde geride kalmaktan korkmazdık. Konu komşu tutar kaldırırdı kardeş. Ya şimdi? Evinde ölüp kalsan üç beş günde anca haberi olur insanların. Birbirimize ilgimiz çıkarlar nispetinde. Negatif şeyleri konuşmak bile daraltılarımı artırıyor. Sussam boğulurum. Yazarak veya konuşarak duygularımı canlı tutmaya, hasarlı yanlarımı onarmaya çalışıyorum işte. Günlük yaşamın ara sayfalarında arka plana ittiğimiz bahar güzelliğindeki değerlerimizi sıraya sokmaya çalışıyorum içerimde.

Kimsede hiçbir kusur aramadan  “kendim ettim kendim buldum/ gül gibi sararıp soldum Eyvah!” türküsünün melodisi eşliğinde yeni hüzünlere yelken çekiyorum. Sağlıcakla.

21 Mart 2025 Cuma

DELİ DELİ

 

Hayat hızla akıyor. Bu akış içinde sözcüklerle müzik yapmanın telaşesine kapılıyorum her ne olacaksa. Şu bir gerçek ki duygu ve ölçü nispetinde delice bir tını yakalamanın peşindeyim herhalde. Düz yazının müziği olur mu? Oluyor yeğenim. Cümlenin yapısı, örgüsü, kelimelerin cümle içindeki bağlantısı, ritmi, duruş ve kalkışları, soluk alıp verişleri, noktası, virgülü, ahenk oluşturuyor. Oluşan ahenkle, bir çırpıda yudumlanan su olup çıkıveriyor. Ya da tam tersi.

Ne yaparsınız ki, insanların okuması azaldıkça ters orantı yaratıyorum. Pazar ekonomisinin tersi bir durum. Benim aykırılığım bu noktada mı başlıyor bilmem ki.

Hayatın aktığını bildiğimse bir gerçek.  Bunu da merdiven çıkarken dizlerimin durumundan, nefesimin zorlanışından, çarpıntılarımın artmasından biliyorum. Bedenim bile durduğu yerde durmuyor. Beden kendi belirlediği yere doğru sürüklüyor. Beden sandığım şey belki de zamandır kim bilir? Müdahaleyle düzelir mi, ne dersiniz?

Bedene ve zamana müdahale etmenin o kadar çok zorluğu var ki! Düşündükçe aklım karışıyor. Okyanusun ortasından bir ses yükseliyor dünya sarsılıyor. Silahlar patlıyor, insanlar ölüyor. Evler yıkılıyor, haneler boşalıyor. Kim neden ve niçin öldüğünü bile anlayamıyor. Göz dikmeler artıyor, madenleri hatta dünyayı pay etmenin ağız şapırtısı dengeleri bozuyor.  Hadi müdahale et. “O oraya gitsin bu buraya gitsin” sözleri ortalıkta sopa gibi sallanıyor. Sopalar sallanırken hadi sözdeki tınıyı yakala, ahengi tuttur. Azmış bir iştahla gündemi işgal ediyor kimileri. Ekonomik göstergeler de bile saatlik değişiklikler gösteriyor.

Yazma eylemi en keyifli, harika sayılabilecek işlerden biri gibi görünürken, cümle içinde yakaladığın ahenkle tınıları kendi içinde oynaştırırken veya en azından bunu hedeflerken, gel de çık işin içinden.

Yazmak için insanın işini gücünü, düşünü bir amaç için düzenlemesi gerekiyor. En azından kendi içinde kendisiyle barışık olabilmeli, yaşadıklarından öte yaşayamadıklarını söyleme cesaretinde bulunabilmeli. İsyanının temelinde bile toplumsal huzuru arzulayan duyguyu besleyen bir yan olmalı diyorsun iç ses olarak. Diyorsun da dünyanın karmaşık ve çalkantılı gidişatı içinde cümlenin iç örgüsünde bile aksaklıklar ortaya çıkıveriyor. Esasen cümle kurmakta zorlanıyor insan.

Zaman kendi çalkantısını yaratırken gereksiz işlerle uğraşan adam kılığında kalmaya, kayıtsız ve kaygısız tiplere özentim artıyor böyle zamanlarda. Boş ve kof işlerin adamı olmak huzurda kalmanın anahtarı gibi görünüyor bazen!

Düşünce bile durmuyor durduğu yerde. Yerinde durmayan düşüncenin güveni, güvenirliği nedir?

Düşüncenin sıkıştığı yerde delicesine yüksek dağlara tırmanmak, yemyeşil vadilerde kıvrılarak yürümek,  karanlık mağaralara saklanmak, dik yamaçlarda boş çığlıklar atmak, geniş düzlüklerde öylesine yürümek fikri doluyor içime. Dolarken fark ediyorum aklımın ve düşümün kaçış yollarını. Bu esnada düşüyorum en boşluklara. Bu sırada bulanıyorum boynumdan aşağı terlere.

Bu düşünce ve düşüncesizlik içinde duygudaki gelgitleri, alçalış ve yükselişleri, kaçınılmaz düşünce hatalarını tahayyül edin.  Bu dalgalanmanın yarattığı kendi içindeki incinişleri alt alta sıralayın. Ühhü, psikoloji ilmi çıkamaz işin içinden be ya! Bense göz karalığında kendince bir deli. Öyleyse, delirmiş adamdan akıllı soru. Hayat bir keşif mi, sessizlik içinde duruş mu? Sağlıcakla