16 Temmuz 2025 Çarşamba

KELEBEK SEVENLER

 

Benim gibi kırsalda yaşayanlar çok iyi bilir.  Neyi? Doğayı, tabiatı, coğrafik yapıları,  yönleri, rüzgârı, hava durumunu, kuşları, böcekleri, sıcağı, soğuğu, velhasıl çok şeyi. Daha küçük yaşta pek çok şey öğretileri arasındadır kır yaşamının. Yaşadıkları bölge içinde ne vakitte, rüzgârın hangi taraftan hangi yöne eseceğini bilir. Ateş yakacaksa ona göre, yabayla secini savuracaksa ona göre vaziyet alır. Basitmiş gibi görünen bu meseleler günlük yaşam içinde önemli mevzulardır.  Nerden çıktı bu konu diye mırıldanabilirsiniz.

Yaban tavşanının arazinin hangi yönünde nasıl bir yapı içinde yatak oluşturacağını bilmeyen av yapamaz. Yaban domuzunun nasıl bir hayvan olduğunu, beslenme şekillerini bilmeyen tarım yapamaz. Gece rüzgârının hangi yönden eseceğini bilmeyen davarına arazide sağlıklı ağıl oluşturamaz.

İnsanın doğasında doğduğu günden itibaren ilerleme düşüncesi vardır. Bu düşünce insanın dolayısıyla toplumun daha iyi durumda olmasını sağlama beklentisidir. Bilgiyi seyret dur. Bilgi, doğa üzerinde egemenlik kurma, isteklerimize hizmet etme aracıdır. Yoksa ilkel insandan bugünkü noktaya ulaşmak mümkün olmazdı.

İnsan ve toplumların iyi zamanları olduğu gibi kötü zamanları olabilir. Değişik sebep ve şartlar iniş ve çıkışlara zemin hazırlayabilir.

Bazen modernleşme söylemleri, arzu ve isteklerimiz bizi maceralara sürükleyebilir.  İçinde yaşadığımız ilçe için bazı sorular soralım.  Tarımı kimler yapmaktadır? Bölgemizde hayvancılık kimlerin elindedir? İnşaat sektöründe kimler çalışmaktadır? Gıda sektöründe üretim ve ticaretin durumu hangi konumdadır?  Yerli halkın yaşam şekli ve pozisyonu ne durumdadır? Bu sorulara gerçekçi cevaplar aradığımızda mesele anlaşılacaktır.

Köylerden kentlere koşarken çağ atladık, modernleşmenin ipinin ucundan tuttuk sandık. Sanayi toplumunun bireyi olma hayaliyle köleleştiğimizin bile farkına varamadık. Renkleri tanıyan sanayide iş bulduğunu sandı ama???..

Yazıya girerken meramım son yıllardaki artan orman yangınlarına parmak basmaktı. Başta değindiğim kadarıyla kırsalda yaşayan insanlar doğada nasıl davranacağını bilirdi. Köy okulları şehirlere taşınınca, kırsalın öğretileri kesintiye uğradı. Kentte yaşamaya alışan nüfus doğada nasıl davranacağını bilemiyor cancağızım! Bilse bile, o alanda sürekli yaşamadığı için “kullan geç” mantığı öne çıkıyor.

Köyleri insansız, dağları hayvansız bırakmamalıydık. Eğrigöz Dağı’nın yaylalarında on binlerce hayvan olmalıydı bu mevsimde. Yaylacık’ın  yaz serinliğinde ormanlar sadece “Yılkı atlarına” kalmamalıydı. Yılkı atlarını özel besiye çeksek bu kadar olmazdı. Meselenin anlaşılması çok basit. Kırsalın besleyiciliği en doğal haliyle üst düzeyde.  Kendi üzerimizde düşünmeden iş yapışlarımızı fark etmek, bu gerçekleri düşününce anlaşılıyor.

Kırsalın insanı yaşadığı alanı çok iyi korur. Hele o alandan ekmek yediği, beslendiği, ekonomik gelir sağladığı için, sahiplenir. Ormanlara kimin girip çıktığı belirsiz. Orman içinde ekonomik değere dönüşebilecek bitkilerde anca yılkı atlarına yarıyor. Yıllardır yöre insanın gezindiği alanlar, kese yollar, kayboldu. Köylerde yaşayan sayılı insana da ormana girmek yasak.

Toplum olarak, kendi varlık ve hakikatlerimiz üzerine durup düşünmemiz gerekir. Köydeki toprağımızı satıp kaç gün yeteceğine bakmak topyekun aldanmaktır. Her birimiz bu ülkenin bireyi olarak sorunları derinleştirmek yerine gerçekçi eylemlerde bulunmamız gerekir. Şehir parklarında  boş dedikodu yapma konforundan(!) vazgeçmenin vaktidir. Konuşulacak çok şey, verilecek yığınla örnek var!   

Kelebekler romantiklerin olsun, karıncalar benim! Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: