Benim gibi kırsalda yaşayanlar çok iyi bilir. Neyi? Doğayı, tabiatı, coğrafik yapıları, yönleri, rüzgârı, hava durumunu, kuşları, böcekleri, sıcağı, soğuğu, velhasıl çok şeyi. Daha küçük yaşta pek çok şey öğretileri arasındadır kır yaşamının. Yaşadıkları bölge içinde ne vakitte, rüzgârın hangi taraftan hangi yöne eseceğini bilir. Ateş yakacaksa ona göre, yabayla secini savuracaksa ona göre vaziyet alır. Basitmiş gibi görünen bu meseleler günlük yaşam içinde önemli mevzulardır. Nerden çıktı bu konu diye mırıldanabilirsiniz.
Yaban tavşanının arazinin hangi
yönünde nasıl bir yapı içinde yatak oluşturacağını bilmeyen av yapamaz. Yaban
domuzunun nasıl bir hayvan olduğunu, beslenme şekillerini bilmeyen tarım
yapamaz. Gece rüzgârının hangi yönden eseceğini bilmeyen davarına arazide
sağlıklı ağıl oluşturamaz.
İnsanın doğasında doğduğu günden
itibaren ilerleme düşüncesi vardır. Bu düşünce insanın dolayısıyla toplumun
daha iyi durumda olmasını sağlama beklentisidir. Bilgiyi seyret dur. Bilgi,
doğa üzerinde egemenlik kurma, isteklerimize hizmet etme aracıdır. Yoksa ilkel
insandan bugünkü noktaya ulaşmak mümkün olmazdı.
İnsan ve toplumların iyi zamanları
olduğu gibi kötü zamanları olabilir. Değişik sebep ve şartlar iniş ve çıkışlara
zemin hazırlayabilir.
Bazen modernleşme söylemleri, arzu
ve isteklerimiz bizi maceralara sürükleyebilir.
İçinde yaşadığımız ilçe için bazı sorular soralım. Tarımı kimler yapmaktadır? Bölgemizde
hayvancılık kimlerin elindedir? İnşaat sektöründe kimler çalışmaktadır? Gıda
sektöründe üretim ve ticaretin durumu hangi konumdadır? Yerli halkın yaşam şekli ve pozisyonu ne
durumdadır? Bu sorulara gerçekçi cevaplar aradığımızda mesele anlaşılacaktır.
Köylerden kentlere koşarken çağ
atladık, modernleşmenin ipinin ucundan tuttuk sandık. Sanayi toplumunun bireyi
olma hayaliyle köleleştiğimizin bile farkına varamadık. Renkleri tanıyan
sanayide iş bulduğunu sandı ama???..
Yazıya girerken meramım son
yıllardaki artan orman yangınlarına parmak basmaktı. Başta değindiğim kadarıyla
kırsalda yaşayan insanlar doğada nasıl davranacağını bilirdi. Köy okulları
şehirlere taşınınca, kırsalın öğretileri kesintiye uğradı. Kentte yaşamaya
alışan nüfus doğada nasıl davranacağını bilemiyor cancağızım! Bilse bile, o
alanda sürekli yaşamadığı için “kullan geç” mantığı öne çıkıyor.
Köyleri insansız, dağları hayvansız
bırakmamalıydık. Eğrigöz Dağı’nın yaylalarında on binlerce hayvan olmalıydı bu
mevsimde. Yaylacık’ın yaz serinliğinde
ormanlar sadece “Yılkı atlarına” kalmamalıydı. Yılkı atlarını özel besiye
çeksek bu kadar olmazdı. Meselenin anlaşılması çok basit. Kırsalın
besleyiciliği en doğal haliyle üst düzeyde.
Kendi üzerimizde düşünmeden iş yapışlarımızı fark etmek, bu gerçekleri
düşününce anlaşılıyor.
Kırsalın insanı yaşadığı alanı çok
iyi korur. Hele o alandan ekmek yediği, beslendiği, ekonomik gelir sağladığı
için, sahiplenir. Ormanlara kimin girip çıktığı belirsiz. Orman içinde ekonomik
değere dönüşebilecek bitkilerde anca yılkı atlarına yarıyor. Yıllardır yöre
insanın gezindiği alanlar, kese yollar, kayboldu. Köylerde yaşayan sayılı insana
da ormana girmek yasak.
Toplum olarak, kendi varlık ve
hakikatlerimiz üzerine durup düşünmemiz gerekir. Köydeki toprağımızı satıp kaç
gün yeteceğine bakmak topyekun aldanmaktır. Her birimiz bu ülkenin bireyi
olarak sorunları derinleştirmek yerine gerçekçi eylemlerde bulunmamız gerekir.
Şehir parklarında boş dedikodu yapma
konforundan(!) vazgeçmenin vaktidir. Konuşulacak çok şey, verilecek yığınla
örnek var!
Kelebekler romantiklerin olsun,
karıncalar benim! Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder