Mevsimin bu vaktinde başını hangi yöne çevirsen yeşilin, hatta renklerin çeşidini görüyor, çiçeklerin kokusunu olabildiğince alıyorsun. Gelincik beyazının, kırmızısının hatta siyahının albenisi var kardeşim. Renkler bu mevsimde çekiyor içine kendini. Havanın ferahlatan, huzur veren bir yanı oluyor canım! Polen rahatsızlığı olmayanlar için tam bir huzur vakti. Evlerin bastıran bungunluğundan kurtulmanın bayramı sanki.
Suyun akış şırıltısına kendilerini
kaptırmış çekirdeği çıtlatıp iki dudak arasından suya fırlatan genç ergenler;
kitapsız, kayıtsız, kıpırtısız, kaygısız. Hayat onlara güzel!
Piknik yerlerindeki insanların
huzur içindeki kaşık şakırtısı, mangal dumanı, çocukların koşturmacısı, yeni
yetmelerin motor sesi, ip atlama özgürlüğünü yaşayamamış tazelerin ürkek
duruşla ipe ritim tutturuşları. Yürüyüş yolunda göbek pozu gösterisindeki genç
kızlar. Salkımını suya sallayan söğüt
ağacı. Oltasını dereye atıp güneşin baş yakan sıcaklığını bile fark etmeyen
ayyaş oltacı. Hepsi kendince mutlu, hepsi zamanı yutmaya çalışan birer avcı. Bu
kalabalık ve telâşe içinde okuyan insan yok kardeşim! Okumak, otururken
yapılacak iş değil. Okumak ciddi iştir çünkü. Ya uyumak? Sayfaları çevirmek
emek ister. Gözün göreceği iş değil. Göz
yorulur birader. Ühhüü! Daha nelerden alıkoyar okumak say say bitmez.
Okumak, bu mevsimde hikâyelerin
içine sokar insanı. Söz dinlemeyen şiirlerde kelime düzer, hece ördürür insana. Oturduğun gölgede, alır
başını gidersin suyun şırıltısında. Gökyüzünde uçan kuşun hücrelerinde gözyaşı
olup kendi yüreğinde kaybolursun.
Olan bitene anlam yüklemekte
zorlanan yetmişliğin abdest almaya niyetleniş tavrını oturduğu yerde çorap
çıkarışından anlarsın mesela.
Elinde çalıdan süpürge-faraşla yarı
ezik dolaşan çevreci çöpçü. Yüreğinde türlü düşünceyi, isyanı, belki de bin bir
küfrü dövüştüren çöpçü. İçinde kendince kızmabirader oynuyor kim bilir?
Görselle güçlendirdiği resimle pikniğe
giderken fazladan iki poşetle gidin diyen Mustafa Uysal! Uyarın yüreğimizde.
Bunu da mı yaptıracaktın diyen, dürtükleyen içimdeki sinsi bir his! Evde
yapılamayan dağınıklığı doğada bırak özgürce yapsın insanlar. Gençler banklara
isimlerini kazısın bıçakla. Motora ara gazı nasıl verildiğini göstersin.
Bebeğinin bezini suya salsın anneler. Ya da öylece bıraksın. Bıraksın da
başıboş köpeklere de iş çıksın durduk yere.
Köpek deyince çarpıntılarım arttı
bak. Karanlığı aydınlatan sokak
lambasının şavkından aldığım cesaretle saymaya çıkacağım köysüz köpekleri!
Hangisi hangi çöpü karıştırıyor merakıyla biraz da.
Yalan değil söylediklerim. Cansız
nesnelerin çevresine bir şey katmayacağı iddiasında kimiler. Küçücük taş
parçası karıncaya, börtü böceğe korunak oluyor oysa. Taşın yalanı, dolanı da
yoktur üstelik. Tepecikli Kamil, taşların bu yönünü ortaya çıkarmaya
çalışıyordur kim bilir? Bir vakit demiri yontup bulamadığı sığınağı taşta
arıyordur. Usuldan ve sessiz.
Bu sessizlik içinde kitaplar,
sokaklar, ağaçlar, doğa, dünya “hayat nedir?” sorularıyla geliyor üstüme. Ben
ve benim gibiler bu sorunun gizemini çözmeye, sorgulamaya, sorumluluk duygusunu
artırmaya çalışırken, güzellik adına ne varsa kirletmeye çalışan canlılar! Bir
yazının içinde yer almayı hak etmeyen canlılar. Kırıp döken, kirleten, üten,
yutan, aldatan canlılar! Sildim sizi!
Silsem de, uyarım size. Bir ağaç
yaprağı olamasanız da taş olun taş!
“Hayat nedir?”sorusunu kendine sormayanların hayatı anlamak için gayretleri olur mu? Geldi geçti ömrüm boşa… Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder