Hayata üstünkörü bakınca insan; ağlamaz, ağlayamaz hatta sevinemez bile.. Daha yazının bu noktasında şehirler arası yol tabelası gibi ağlamayan, gülmeyen insan, insan mıdır sorusu dikiliyor gözlerimin önüne. Sorular çoğaldıkça duygular birbirine karışıp esas olarak yazmak istediklerim birbirine dolanıyor. Hay Allah!
Gerçi toplumsal davranışlarda
birbirine karıştı ya…Komşusu ağlarken, kasıklarını tuta tuta gülenler türedi
kardeş!..Ya da tam tersi. Birlikte ağlayıp
birlikte gülme vakti çoktan bitti.
Aykırı davranış ve tutumlar karşısında babamın lahavleli duruşu
gözlerimin önüne geliyor. Geliyor da,
özlemlerim çoğalıyor cancağızım. Özlemler dualara sarılmama vesile oluyor.
Bu dualar esnasında geçmişe dair ne
varsa önüme üşüşüyor. Üşüşen geçmişle ordan burdan, geçmişten gelecekten, köyden,
evden, ülkeden dünden bugüne ne varsa kendi kendime laflıyorum ben.
Kendi kendime laflayıp yazıya dökme gayretimi görenler “ –deli bu deli”
diyecek.
Evimizin ana iskeleti kalın çamur
ve taştan mamul duvarla örülmüş, iç bölüntüler dolma duvar dediğimiz yöntemle
şekillendirilmişti. Oda kapıları yazlık dediğimiz geniş salona bakardı. Topu
topu üç odalıydı üç!. Rüzgar tabana serili yaygıları yukarı yukarı kaldırıp
indirirdi. Hele kırık cam ve çatlaklardan içeri giren yelin iniltisini
hatırlamamak imkansız be kardeş.
Anadolu insanının aslı güzeldir.
Paranın arsızı, küstahı ve sonradan görmeleri çoğaldıkça bozulmaya yelteniyor
asıl. Bu yelteniş kahrediyor beni yeğenim! Bu gidiş ürpertiyor yüreğimi. Ben
geçmişe dair ipuçlarını verdikçe şişip kabaranlar artırıyor daraltılarımı.
Daldan dala konanlar, doğduğu
yöreye, köye, eve dönüp bakmayanlar, geçmişle bugünü ölçüye vurup tartmayanlar,
öküzle çift sürülen günleri unutanlar asıla dair ne hissedebilir ki.
Gökmen öküzün, sarı ineğin
sağlığından, ölü ya da diri olduğundan haberi olmayanlar araba modeli
yarıştırıyorlar. Yazlık şortla şezlonglardan çıplak poz veriyorlar. Aklıma
geldikçe sıkılıyorum. Aklıma geldikçe
buram buram terliyorum. Aklıma geldikçe sarı ineğin, çil tavuğun, gökmen öküzün
resimlerine bakıyorum ben.
Geçmişimizle ne kadar övünsek
azdır. Övünürken çıkarmalıyız kimi dersleri de… askerde yerinde say komutu
vardır. Yerinde tempolu tepinirsin… Yerinde tepinmek yorar adamı. Yerinde tepinmek zayıflatır. Yerinde
tepinirken kaldırılan toz boğar insanı.
Boşa düşler, boşlukta bırakır yiğidim.
Çözümcü babaların insanlığı nasıl çözümsüz bıraktığını görüp, geçmişe dair
hikayelere de göz atarak çeki düzen vermeliyiz kendimize. Her bir bireyin
hayata dair hikayeleri olmalı. Tatil sepeti, oyun sepeti derken başkaları
hınzırlığın sepetiyle dikiliveriyor karşıya…sığınacak mekan, sokulacak delik
aramak ne acı, ne kötü!...
Çaresiz bırakılmak ne vahşi!...
Kıbrıs, Keşmir, Karabağ,
Libya, Suriye, Irak, Filistin,
Lübnan, İran, Rusya, Ukrayna. Çoğaltmak mümkün. Dedemin masallarını
bilip misaller çıkarmak lazım. El ele vererek tarlalarda geçirilecek yıldızlı
yaz gecelerinde bağımsızlığın türkülerini çoğaltmak lazım birader. Tüketmenin
acımasızlığında değil, üretmenin sevincine durmalıyız.
Çocuklarımız tabiat, çocuklarımız
biyoloji cahili. Köstebek misali güneşin nerden doğup nerden battığını
bilemeyecek durumda gençlik. Kırkanatlı,
zar kanatlı böcekleri bilmek bile yeri geldiğinde önemli.