Maddi yokluklara, fiziki pek çok eksikliğe rağmen, kıstırılmış bir çocukluk yaşamadığımızın ancak bugün fark ediyoruz. Var olan hayvanlarımızı otlatırken tabiatı tanımanın özgürlüğünü yaşamışız en başta. Börtü böceğin doğadaki davranışlarını gözleyip dersler çıkarmışız akıllım!. Doğadaki canlıların doğumla ölüm arasında yaşamsal savaşlarına şahit olmuşuz gün gün. Sıra kayası oynarken, saçlık denen ottan fırlatma füzeleri yapıp stop çekerken özgür düşlerin en kaygısız heyecanlarını yaşamışız güzel kardeşim. Bu bizim en büyük zenginliğimizmiş meğer.
Biz heyecanla saçlık otlarını göğe
fırlatırken kimlerin bize stop çekmesinin hesabın da olduğunun farkına bile
varamadık.
Teknolojinin ilerlemesiyle
iletişimin arttığını sanırken hangi kirli oyunların oyuncusu olduğumuzu, hangi
gündüzlerin karanlığına hapsedildiğimizi anlayamıyoruz bile. Of, Offf!
İletişim arttıkça, güvenlik temel
ihtiyaç haline geldi ne haber!..
Telefonlar, tabletler; anasından
yeni doğan çocuğumuzu esir aldı yalan mı? Onsuz yemek yemiyor, onsuz dur durak
bilmiyor. Çocukları esir alırken biz dışında mı kaldık esaretin. İmam
hutbedeyken telefonda gezinti yapan onlarca cemaat var camide.. Camideki cemaat
iletişimin gözetiminde. Gözledikçe
gözetiyorlar(!) bizi, ahbap bildiğim!.
Elektronik ortama tutsak edilen
biz; elimizdeki tablet, bilgisayar, bir
türlü kopamadığımız cep telefonu yoluyla teknolojik gelişimin bireyi, bilgi
toplumunun ferdi olduğumuzu sanırken gelişim ve iletişim bozukluğunun pençesine
düştüğümüzü anlamıyoruz bile. Ne acı, ne yakıcı!
Bu yakıcı ve kıstırılmış durumdan
kurtulmak için ne yapmalı? Benim kendimce önerilerim mutlaka var da “-Hadi
ordan!” demenizden çekinirim cancağızım!
Doğa yürüyüşlerine çıkalım. Kızılay
gibi bazı kuruluşlarımız zaman zaman bunu yapıyor mesela. Katılalım. Müzik
gruplarına dahil olalım. Çocuklarımızı belediyelerin hem enstrüman hem koro
çalışmalarına dahil edelim, dahil olalım. Kendi türkülerimizi kendimiz
söyleyelim.
Masal günleri, şiir günleri,
tiyatro günlerini artıralım. Açık havada
oturup boş boş çekirdek çıtlatmaktan öte ne varsa sayılarını artıralım.
Üreten değil tüketen, satan değil anlamsızca alan, veren değil harcayan, paylaşan değil
yalnızlaşan, güçsüz ve ümitsiz birey yapan, endüstrileşmenin yarattığı
yalnızlaştıran hayal dünyasından kurtulmamız şart mı şart.
Özünde sosyal bir varlık olan insanın
robotlaşması, ruh sağlığının bozulması hayra alamet olmasa gerek.
Kapı çerçevesi muhkemleşen evler,
kepengi çelikleşen dükkânlar, türlü türlü güvenlik kameraları, alarm sistemleri
hapishanelerde değilde nerde olurdu. Bu hangi yalnızlığın hapishanesi.
Belediyelerimize, tüm okullarımıza,
üniversitelerimize, diyanet işlerine, sivil toplum örgütlerine, tüm yerel
yönetimlere daha fazla, daha fazla görev düşüyor kardeşim. Adamlığın
yarışlarının kimseye faydası olmayacak. Kuru kuru sempozyum bildirileri yayınlamak
yetmez. Çıkışın yollarını resmeden gayretleri artırmalıyız.
Sağlıcakla…