Rahmetli babam öleli tam on sekiz
yıl oldu. Anam yaşıyor. Doksana merdiven dayadı. Fakat yaşlılık zor. Kendi kendine “derlerdi
inanmazdım” der gibi bakışları. Onların varlığında koşar adım giderdik köylere.
Babam gittiğinde ıradı köyler. Sessizleşti köye dair çok şey. Adımlarımız seyreldi, evler çoktan ölmeye
başladı adımlar seyreldikçe.
Şenliği, şamatası, neşesi bitti,
geleni gideni tükendi köylerin. Komşuluğu tanıdığımız köyler gün gün
ıssızlaştı. Yüzde sekize inen köy nüfusu da buna işaret etmiyor mu? Komşuluk
kardeşten ileriydi. İleri baktıkça geri düştü kimi değerler. Hey gidi hey!
Bırak komşuyu kendi ana babasını, hısım akrabasını tanımıyor çoklar. “İn- cin
top atıyor” derdi anam. Hele köylere bu anlatım çok uyuyor. Postacılar evrak
teslim edecek kimse bulamıyor kardeşim.
Bizim köyde üç dört tane ekmek
fırını vardı. Vallahi nöbete dururdu kadınlar. Fırına birkaç odun koymak fırın
da ekmek sırasını kapmak demekti. Ekmekten önce pideler pişirilirdi. Soğanlı
tereyağlı türlü türlü… Hatta kızartma tepsileri.. Of of! Soğanın tereyağının, domatesin kokusu
birbirine karışır fırından taşıp köyün yarısını kaplardı. Fırının harı
pidelerin pişmesine göre ayarlanırdı.
Fırın önünde görmek lazımdı anamı.
Birini fırından alır altına şöyle tap, tap! Diye vurunca ekmeğin ağırlığından
ses tonundan pişgenliğini şıp diye anlardı. Senin anlayışını seveyim ana!..
“Pek güzel oldu ekmeğim” diyerek kendince gururlanır keyif duyardı. Severdi
anam hamur işlerini. Pastayı keki bilmezdi ama böreğin haşhaşlısı, kıvrımlısı,
katmerlisini döktürürdü valla. Anası genç denecek yaşta ölmüştü anamın. Oktay
usta diye biri de yoktu o devirde. İnternet desen yine öyle. Babamın başucunda
duran radyodan arkası yarınlara kulak kabarttığı olurdu o kadar. Babamsa saat
başı ajanslarını hiç kaçırmazdı. Saniye Can’dan türkülere eşlik ederdi kimi
zaman anam. İçli türkülerde dalar dalar giderdi. Diyeceğim o ki hayatın içinde
yaşadılar, yaşadıkça çok şey öğrendiler çok. Yufka açarken görseydiniz anamı.
İş görmenin keyfini yaşardı resmen. Şimdi hanelere hazır yufka giriyor artık.
Ne kolay. Bizim kolaylığımız başkalarının zorluğu olsa gerek. Bu da ayrı mevzu aslında. Kolaylıktan tadını alamıyoruz çok şeyin yalan mı?
Anam doksana merdiven dayadı. Maşallah deyin siz yine de. Hastalanır filan,
senin yüzünden oldu deyip haşlamasın beni. Nazarın taşı çatlatacağına inanır
çünkü!. Uğraştığı tüm işler bedenen yorsa da sağlıklı bıraktı belki de anamı.
Çünkü uğraşılar rehabilitasyon gibi kardeşim. Yoğurduğu ekmek, yaptığı börek
nar gibi kızardı mı bütün yorgunluğu giderdi. Marketten hazır ıspanaklı böreği
alıp öne koyanla, anamın psikolojisinin bir olması imkansız. Bir işi becerip
ortaya koymanın lezzeti farklı.
Yazılı ya da sözlü notu okunan
öğrenciyi düşünün. İyi not alınca “ben aldım”, kötüsünde “öğretmen verdi” demez
mi? Marketten hazır almakla, evde yapmanın psikolojik yansıması farklı yani.
Anam yazının kahramanı olmayı
sürdürecek bugün. Yazdıklarımı duysa içten içe keyiflenir belki ama “yazıp
durma” diye de haşlar beni. Bir gecede bir çift çorap örerdi anam. Ördüğü
çoraplar sımsıcak sarardı ayaklarımızı. Kazaklar boy boy, desen desen yine öyle.
Dünyaya açıldıkça çin malları ele geçirdi pazarları. Giysiden kırtasiyeye,
oyuncaktan güvenlik sitemlerine hatta gıdaya. Cuma pazarında yıllardır boya
kokuları arasında giysileri alt üst ediyoruz. Haberlere konu oluyor kimi
ürünler. Kansorejen madde uyarısı kısaca. Kentleşmenin getirdiği stres ve
sıkıntılar tuzu biberi çok şeyin.
Bir anamı düşünüyorum, bir Ana
Kucağı programına katılan kızları. Hazıra atladıkça becerilerimiz törpülendi,
ufkumuz daraldı be!. Daraldıkça öldü
anamın dünyası. Öldükçe yaşatmaya çalışsam da nafile.
Alternatif Radyoda bir türkü.
“Dertli ne ağlayıp gezersin burda/Ağlatırsa mevlam yine güldürür” diyerek
uzayıp gidiyor…Sağlıcakla.