Atasözlerinin tecrübe imbiğinden
geçerek söylenmiş sözler olduğunu bilirim. “iyilik yap denize at, halk bilmezse
Halik bilir” denmiş mesela. Sevecen ve iyi insan olmanın yolu da iyi niyetli eylemlerden
geçer. Eylemsiz kalarak hangi iyiliği gerçekleştirmiş olabilir ki insan. İyilik
yapmanın kalıplaşmış bir reçetesi var mı diye soran olsa ortaya koymak elbette
ki zor. Kimin sözüdür, kim demiştir şu an hatırlamam zor ama “karşılıksız
veriyorsak hiç bir şey vermiş olmazmışız” mesela. Karşılıksız verebilmek,
üstelik en doğal biçimde bu eylemi gerçekleştirebilmek, insanın öncelikle
kendine hizmet ettiğini bilmesinden geçtiğini sanırım. Topluma ve onun içindeki
bireylere hizmet etmek, bu yolda gayret sarf etmek, insanın düşünce kalıbına
yerleşmiş olmalı öncelikle. Nemelazımcılık bu düşüncenin yerleşmemiş olmasından
olsa gerek.
İnsanın niyeti hizmet etmek olunca
en kestirme, en kolay yollar kendiliğinden ortaya çıkıyor. Anam “Allah bilsin
oğlum!” derdi. Bu söz en derin ifadeleri barındırırdı içinde. En derin anlamla
iyi niyetli olmanın keyfi, huzuru, sevinci başkaydı. Kaybedildiği sanıldığı
anda kazandığını görür insan. İyi niyet barındırmayanlar kazandık sanırken
kaybettiklerinin farkında bile olamazlar, ne acı…
Yaşlıya yer vermek iyilik örneği
mesela. Bu iyiliğin karşılığı en başta insanın içinde oluşturduğu huzur. Bundan
ötesini beklemek iyiliği amacından saptırdığını bilirim. Bu güzel duyguyu kim
tatmak isterse teşekkür bile beklemeden iyilik yapmayı denemelidir.
İyiliği düşündükçe insanın ruhu
genişler. Aksine durum inadına içinizi karanlıklara sürükler durur. Doğruluk
varken, eğrilik neden olsun. Yunus’un doğruluğu içinde oluşan hizmet aşkından
olsa gerek.
Yüreğinde iyilik kalıpları
şekillenmiş olan kişinin bünyesinde hangi sevgi haleleri eksik kalır? Tüm bunları kendi yüreğimizde hissetmeden nasıl
oluşur bilmem ki..
İçinde yaşadığımız çevredeki hatta
dünyada ki insanların yokluğunu farz edelim anlığına mesela. Düşündüğümüz hizmeti, iyiliği bu
anlamdaki tüm insani değerleri başkalarının olmadığı ortamda nasıl dışa
vurabiliriz. Of ki, of! Kendi adıma insan ot gibi kalır ot.. Böyle düşününce
tek başına kaldığımız dünyanın anlamsızlığını bile kavrıyor akıl.
Öfkemizin bile insanların
varlığında anlamı var. Hizmetten,
iyilikten, sevgiden bahsederken, öfkeyi cümlenin arasına sıkıştırmak ne kadar
yersiz. Bir uçtan bir uca koşmak kadar yorucu aslında bu durum. Sevgiyle öfke arasında yeldirirken bile
anlaşılıyor başkalarının kıymeti. En azından ben öyle algılıyorum.
Ayla güneşi kıyaslayın birde. Güneş
tam olarak ışığın kaynağı. Aysa aldığı kadarını yansıtan. Şimdi, “Veren el,
alan elden üstündür” atasözü çınlıyor kulaklarımda. Bu sözle verici olmanın önemini daha iyi
kavrıyor akıl. Kavradıkça; sevdikçe
sevileceğini, hizmet ettikçe hizmet göreceğinizi fark ediveriyorsunuz. Karşıt
kavramları düşündüğünüzde olumsuzlukların çoğalacağının tahmininde
zorlanmıyorsunuz.
Bu yüzden içimizdeki sevgileri
çoğaltmanın, çoğalan sevdayla insana, insanlığa hizmet etmenin aşkını dışa
vurmanın zamanı olsa gerek demeyi bir görev belliyorum. Bilmem haksız mıyım?
Sağlıcakla…