27 Mart 2013 Çarşamba

TÜRKÜLER VE BEN



İlim ve mevki insanlara manevi bir güç verir. İlim ve makamlar doğru yolda kullanıldıkça kişiyi olgunluğa ulaştırır. Anadolu insanı ilim ve mevki sahiplerine halk tabiriyle “böyük adam” gözüyle bakmıştır. “Böyük adam”, İyiyi, doğruyu, güzeli bilen, işaret edendir. Yanlışa sevk etmeyecek olandır aynı zamanda.  Halkın gözündeki “böyük adam” özelliği türkülerine de yansımıştır. Türkülerimiz içinde aşklara sevdalara, ağıtlara bolca rastlanır. Velhasıl gönlünde ne varsa, hayatın içinde neleri yaşıyorsa türküler aracılığıyla dışa vurmuştur. İlim ve makam sahiplerine kimi zaman şikâyetlerini, kimi zaman istek ve arzularını sıralamıştır. Onlara inanmış ve güvenmiştir aslolan.
Köylerimizi dolaşırken rastladığım türkü sözleri en canlı örneğidir bunun. 1938 yıllarında bir köyümüzde yaşanan hadiseden dolayı yakılan türkünün sözleri içinde “ Vurma beni a Ümmet, müdür beye söylerim” ifadesi geçmektedir. Müdür beye söylemek isterken onun otoritesine olan inancı yatmaktadır.
Yine bir köyümüzde rastladığım türkünün sözleri şöyledir;

Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın sonun da ne var sor bakam

Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın sonun da ne var dur bakam.

Ah desem olmaz vah desem olmaz
Kama bıçak yarası eyi olmaz.
Ah desem olur mu vah desem olur mu?
Kama kurşun yarası eyi olur mu?

Kendi kendine ah, vah etmenin işe yaramazlığına dem vururken, hatta bıçak yarasının olumsuzluğunu kendi içinde tartmaya çalışırken “böyük adam” gözüyle baktığı kaymakama sormayı ihmal etmez.  O, en doğruya işaret edecek, en doğru yolu gösterecektir. O, bir bilendir. Dünyanın önünde olanı da, sonrasında karşılaşılacak olanları da tahmin edebilecek kişidir.  Halkın inanç ve güveni bu anlamda ilim ve makam sahiplerine tamdır. Biz böyle bir halkın çocuklarıyız aslında.  Güvenin ve inancın olduğu yerde, estetik olan çok şey kendiliğinden hayat bulur. Bu buluşma toplumun barış ve huzur içinde yaşamasının önemli harcıdır.
İnanç ve güvenin ardında pek çok şey yatar. İnanç ve güven kalbin olumsuz yanlarını kendiliğinden yok eder. Anadolu insanın türkülerinde, zeybeklerinde doğruluğun inancı ve kararlılığı yatar. Kararsızlıklarında danışmayı, istişare etmeyi, araştırmayı, bir bilene sormayı ihmal etmez, edilmez.
Diğer yandan insanımız hiçbir kimseye durup dururken “ Goca Efe” lakabını takmamıştır.  Bu lakabı alması için bu yoldaki sınıfları başarıyla geçebilmiş olması lazımdır. Kızanlıktan, Goca efeliğe giden yolda halkın inanç ve güvenini kazanmış olması gerekir. Efelik; gücün, kuvvetin sembolüdür.  Aynı zamanda metanetin ve imanında temsilidir.
İnsanımız, makam ve mevki sahiplerine güvenip bir bilen olarak gönlünde yer verirken, gücü temsil eden otoriteye de saygı duyar.  
Bu inanç ve saygı ne kadar önemli. Bu inanç ve saygıyı oluşturabilmek kolay bir iş değil sanırım. Bu inanç ve saygıyı taşıyan yürekleri açıp okuyabilmek lazım.
Şu güzellik nasılda fark ediliyor türkülerimizde. Kaymakamlık danışılacak, bilgelik taşıyan bir makam. Efelik; hakkın, hukukun, doğruluğun merkezi.
Şimdi yeni türkülere dönüp bakalım. Olup bitenlere göz atalım. “böyüklük” zaman ve mekâna göre şekillenmeye başladı sanki. Dün “böyük” olanları bugün hızlı biçimde nasılda harcıyor insan.
 Muhteşem yüzyıllar, muhteşem biçimde küçültülmeye başladı mı mesela. Dün “böyük” olarak adlandırılan makamlar ve sahipleri bugün küçültülerek yepyeni büyüklük ölçüleri mi çıkmaya başladı? 
Eskiden makamlara da, o makamlarda oturan kişilere de sonsuz saygı ve güven vardı. Ya şimdi öyle mi? Makama saygısı olsa da kişilere saygısı yok, güveni yok insanımızın san ki. Doktora güvensizlik, öğretmene güvensizlik, hâkime güvensizlik, bilim adamına güvensizlik, siyasetçiye güvensizlik, din adamına güvensizlik, iş adamına güvensizlik.. Of ki of!  Makamların etkisinden çok yetkisi öne çıkar oldu. Kim hortlattı bu güvensizliği?
Güven yokluğunun çoğaldığı yerde “böyüklük” tükendi sanki. Gidişat iyiye mi kötüye mi? Hadi sorun kendinize. “Aman doktor” deyip yardım dilenin yaranıza. “Doktor bey”, “hâkim bey” şiirlerini çoğaltın alt alta. Bunları çoğaltırken dönüp yeniden “ben kimim? sen kimsin? Sorularını sorun kendi kendinize. Büyüklüğün ölçülerini tutun satır satır. Büyük ya da küçük olmanın sırlarını düşünün. Bütünlük ve üstünlüğe erişmenin erdemi üzerinde fikirler yürütün. Bizi biz olan değerlerden uzaklaştıran, yabancılaştıran hangi cezalara çarptırıldığımızı, güvensizlik girdaplarında nasıl bırakıldığımızı gözden geçirin.
Dünün türküleri beni bana anlatırken ve tanımlarken, bugün neden başka tarifler ve anlatımlarla güvenim sarsılıyor? Yabancı melodi ve senaryoların oyuncusu olmak, kendi özümüz olmaktan daha mı kolay geliyor bana? Ya da başka hangi sebepler üzerinde durmak lazım.
Yeniden sormak istediğimi sorabilecek güveni, inancı kendimde bulmak istiyorum. Yeniden mektuplardaki gibi “böyüklerin ellerinden öpmek” istiyorum. Ya siz? Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: