İlim ve mevki insanlara manevi bir
güç verir. İlim ve makamlar doğru yolda kullanıldıkça kişiyi olgunluğa
ulaştırır. Anadolu insanı ilim ve mevki sahiplerine halk tabiriyle “böyük adam”
gözüyle bakmıştır. “Böyük adam”, İyiyi, doğruyu, güzeli bilen, işaret edendir.
Yanlışa sevk etmeyecek olandır aynı zamanda.
Halkın gözündeki “böyük adam” özelliği türkülerine de yansımıştır. Türkülerimiz
içinde aşklara sevdalara, ağıtlara bolca rastlanır. Velhasıl gönlünde ne varsa,
hayatın içinde neleri yaşıyorsa türküler aracılığıyla dışa vurmuştur. İlim ve
makam sahiplerine kimi zaman şikâyetlerini, kimi zaman istek ve arzularını
sıralamıştır. Onlara inanmış ve güvenmiştir aslolan.
Köylerimizi dolaşırken rastladığım
türkü sözleri en canlı örneğidir bunun. 1938 yıllarında bir köyümüzde yaşanan
hadiseden dolayı yakılan türkünün sözleri içinde “ Vurma beni a Ümmet, müdür beye söylerim” ifadesi geçmektedir.
Müdür beye söylemek isterken onun otoritesine olan inancı yatmaktadır.
Yine bir köyümüzde rastladığım
türkünün sözleri şöyledir;
Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın
sonun da ne var sor bakam
Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın
sonun da ne var dur bakam.
Ah desem olmaz vah desem olmaz
Kama bıçak yarası eyi olmaz.
Ah desem olur mu vah desem olur mu?
Kama kurşun yarası eyi olur mu?
Kendi kendine ah, vah etmenin işe
yaramazlığına dem vururken, hatta bıçak yarasının olumsuzluğunu kendi içinde
tartmaya çalışırken “böyük adam” gözüyle baktığı kaymakama sormayı ihmal
etmez. O, en doğruya işaret edecek, en
doğru yolu gösterecektir. O, bir bilendir. Dünyanın önünde olanı da, sonrasında
karşılaşılacak olanları da tahmin edebilecek kişidir. Halkın inanç ve güveni bu anlamda ilim ve
makam sahiplerine tamdır. Biz böyle bir halkın çocuklarıyız aslında. Güvenin ve inancın olduğu yerde, estetik olan
çok şey kendiliğinden hayat bulur. Bu buluşma toplumun barış ve huzur içinde
yaşamasının önemli harcıdır.
İnanç ve güvenin ardında pek çok
şey yatar. İnanç ve güven kalbin olumsuz yanlarını kendiliğinden yok eder.
Anadolu insanın türkülerinde, zeybeklerinde doğruluğun inancı ve kararlılığı
yatar. Kararsızlıklarında danışmayı, istişare etmeyi, araştırmayı, bir bilene
sormayı ihmal etmez, edilmez.
Diğer yandan insanımız hiçbir
kimseye durup dururken “ Goca Efe” lakabını takmamıştır. Bu lakabı alması için bu yoldaki sınıfları
başarıyla geçebilmiş olması lazımdır. Kızanlıktan, Goca efeliğe giden yolda
halkın inanç ve güvenini kazanmış olması gerekir. Efelik; gücün, kuvvetin
sembolüdür. Aynı zamanda metanetin ve
imanında temsilidir.
İnsanımız, makam ve mevki
sahiplerine güvenip bir bilen olarak gönlünde yer verirken, gücü temsil eden otoriteye
de saygı duyar.
Bu inanç ve saygı ne kadar önemli.
Bu inanç ve saygıyı oluşturabilmek kolay bir iş değil sanırım. Bu inanç ve
saygıyı taşıyan yürekleri açıp okuyabilmek lazım.
Şu güzellik nasılda fark ediliyor
türkülerimizde. Kaymakamlık danışılacak, bilgelik taşıyan bir makam. Efelik; hakkın,
hukukun, doğruluğun merkezi.
Şimdi yeni türkülere dönüp bakalım.
Olup bitenlere göz atalım. “böyüklük” zaman ve mekâna göre şekillenmeye başladı
sanki. Dün “böyük” olanları bugün hızlı biçimde nasılda harcıyor insan.
Muhteşem yüzyıllar, muhteşem biçimde
küçültülmeye başladı mı mesela. Dün “böyük” olarak adlandırılan makamlar ve
sahipleri bugün küçültülerek yepyeni büyüklük ölçüleri mi çıkmaya başladı?
Eskiden makamlara da, o makamlarda
oturan kişilere de sonsuz saygı ve güven vardı. Ya şimdi öyle mi? Makama
saygısı olsa da kişilere saygısı yok, güveni yok insanımızın san ki. Doktora
güvensizlik, öğretmene güvensizlik, hâkime güvensizlik, bilim adamına
güvensizlik, siyasetçiye güvensizlik, din adamına güvensizlik, iş adamına
güvensizlik.. Of ki of! Makamların
etkisinden çok yetkisi öne çıkar oldu. Kim hortlattı bu güvensizliği?
Güven yokluğunun çoğaldığı yerde
“böyüklük” tükendi sanki. Gidişat iyiye mi kötüye mi? Hadi sorun kendinize.
“Aman doktor” deyip yardım dilenin yaranıza. “Doktor bey”, “hâkim bey”
şiirlerini çoğaltın alt alta. Bunları çoğaltırken dönüp yeniden “ben kimim? sen
kimsin? Sorularını sorun kendi kendinize. Büyüklüğün ölçülerini tutun satır
satır. Büyük ya da küçük olmanın sırlarını düşünün. Bütünlük ve üstünlüğe
erişmenin erdemi üzerinde fikirler yürütün. Bizi biz olan değerlerden
uzaklaştıran, yabancılaştıran hangi cezalara çarptırıldığımızı, güvensizlik
girdaplarında nasıl bırakıldığımızı gözden geçirin.
Dünün türküleri beni bana
anlatırken ve tanımlarken, bugün neden başka tarifler ve anlatımlarla güvenim
sarsılıyor? Yabancı melodi ve senaryoların oyuncusu olmak, kendi özümüz
olmaktan daha mı kolay geliyor bana? Ya da başka hangi sebepler üzerinde durmak
lazım.
Yeniden sormak istediğimi
sorabilecek güveni, inancı kendimde bulmak istiyorum. Yeniden mektuplardaki
gibi “böyüklerin ellerinden öpmek” istiyorum. Ya siz? Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder