28 Mart 2013 Perşembe

SEVDA YÜKLÜ KERVANLAR



Âşıklık gönül dünyasını yoran, yıpratan işlerden biridir. Sevda yüküdür omuzlarınıza yüklenen. Peşinden koştukça yorgunluktur. Gerçek âşıkların dinginliğinden, gönül rahatlığından bahsetmek esasen zordur. Bu yüzden âşıkların ömrü yenilgiler yumağıdır aslında. Eğer âşıksanız galibiyetten bahsetmek neredeyse imkânsızdır bir diğer yandan. Âşık olanın kovaladığı bir Şirin’i mutlaka vardır.  Şirin’in peşinden koşanlar dertlidir. Geceleri uykusuz, gündüzleri kaygıdır. Uykusuzluk ve kaygı hali asla kayıtsızlığı değildir. Şirin idealdir, hedeftir. Şirin aslında bencilce bir duyguda değildir. Bu ideal; güzelliğin, doğruluğun, hakkın, hukukun,  topyekun gönülde yatan toplumsal sevdanın sembolüdür.  
Şarkı ve türküler bizi, hatta demek isteyip de diyemediklerimizi dillendirir. Bakın bir şarkımızın sözleri nasıldır ve neleri anlatır.

Sevda yüklü kervanlar
Her gün kapından geçer
Aşk şarabı içenler

Senin derdine düşer.

Bu sevda kervanına yüzeysel bakmak yanılgıya düşmektir. Bu sevda kervanının peşine düşebilmek herkesin harcı da değildir aslında. Maddenin fizikselliğinden etkilenip sevdalandığını sananlar, âşıklığı sadece bundan ibaret sayanlar ancak yalancı âşık olarak adlandırılabilir.
Oysa aşk söyletir dert inletirmiş. Âşıklar aslında yalnızlık içindedirler. Bu yalnızlığı yüreklerindeki çırpınan bülbülle gidermeye çalışırlar çoğu kez. Gariplik ve mahzunlukları bu yüzden hat safhadadır.

Bu han garip yatağı
Bülbül derdim ortağı
Aşkın söyletir beni

Feryat feryat..

Maddenin fizikselliğine tutkun olanlar; bu feryattan, bu aşktan, bu sevdadan anlayabilir mi? Derinliğe inebilir mi? Onlar ancak maddeyi ele geçirmenin kurnazlığını keşfetmiş bedavacılardır. Gerçek âşıklar azınlıkta kalınca istilalar hat safhaya çıkar. Bu bedavacılar gerçek âşıkları bile katletmenin hesabına düşerler. Ah ki ah!

Sevdan öyle zor imis
Düşmeden bilemezsin
Eller erdi murada
Ben ermedim murada

Bu han garip yatağı
Bülbül derdim ortağı
Aşkın söyletir beni

Feryat feryat..
 
Şarkının sözlerinden de anlaşılacağı üzere sevdalanmak zor iştir. Zorlu tercihtir. Murada erememe gibi pek çok kaygıyı, gönül yangınlarını içinde barındırır. Belki de bedavacılara göre aldanışıdır aşığın. Üstelik âşıklar, ancak âşık olanların gönlünde yaşar. Kimi de azgın denizlerde kaybolup giderler. Bazen dağlar engelidir âşıklığın. Aşmak zordur dağ olan dağı.  Feryatlarıyla delmeye kalkar kimi zaman. Bu feryadı bile boğmaya kalkanlar hep olmuştur olacaktır da. Maddenin fiziksel yapısına aldananlar gerçek âşıklar karşısında öfkeden değirmen taşı gibi dönerler.  Bu öfkeye eklenen sert fırtınalar bir tür kıyamet yaşatır insanoğluna. Hey ki hey!.. Vay ki vay!..
Diyeceğim o ki; sonunda murada erememek olsa da,  kapısının önünden sevda kervanları geçerken bedavacılığa soyunan yalancı aşıklara yuh olsun.. 
Dünya da sevda sürgünü yapmaya yeltenseler de,  ben sevdalarımın tutkunuyum. Biliyorum ki bu sürgün ben ve benim gibileri daha da özgürleştirecek, gerçek âşıkların çoğalmasını sağlayacaktır.  Benim aşkım aldanma değil,  hakikattir. Ya sizin ki? Sağlıcakla..


27 Mart 2013 Çarşamba

TÜRKÜLER VE BEN



İlim ve mevki insanlara manevi bir güç verir. İlim ve makamlar doğru yolda kullanıldıkça kişiyi olgunluğa ulaştırır. Anadolu insanı ilim ve mevki sahiplerine halk tabiriyle “böyük adam” gözüyle bakmıştır. “Böyük adam”, İyiyi, doğruyu, güzeli bilen, işaret edendir. Yanlışa sevk etmeyecek olandır aynı zamanda.  Halkın gözündeki “böyük adam” özelliği türkülerine de yansımıştır. Türkülerimiz içinde aşklara sevdalara, ağıtlara bolca rastlanır. Velhasıl gönlünde ne varsa, hayatın içinde neleri yaşıyorsa türküler aracılığıyla dışa vurmuştur. İlim ve makam sahiplerine kimi zaman şikâyetlerini, kimi zaman istek ve arzularını sıralamıştır. Onlara inanmış ve güvenmiştir aslolan.
Köylerimizi dolaşırken rastladığım türkü sözleri en canlı örneğidir bunun. 1938 yıllarında bir köyümüzde yaşanan hadiseden dolayı yakılan türkünün sözleri içinde “ Vurma beni a Ümmet, müdür beye söylerim” ifadesi geçmektedir. Müdür beye söylemek isterken onun otoritesine olan inancı yatmaktadır.
Yine bir köyümüzde rastladığım türkünün sözleri şöyledir;

Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın sonun da ne var sor bakam

Kaymakam geliyor kaymakam
Dünyanın sonun da ne var dur bakam.

Ah desem olmaz vah desem olmaz
Kama bıçak yarası eyi olmaz.
Ah desem olur mu vah desem olur mu?
Kama kurşun yarası eyi olur mu?

Kendi kendine ah, vah etmenin işe yaramazlığına dem vururken, hatta bıçak yarasının olumsuzluğunu kendi içinde tartmaya çalışırken “böyük adam” gözüyle baktığı kaymakama sormayı ihmal etmez.  O, en doğruya işaret edecek, en doğru yolu gösterecektir. O, bir bilendir. Dünyanın önünde olanı da, sonrasında karşılaşılacak olanları da tahmin edebilecek kişidir.  Halkın inanç ve güveni bu anlamda ilim ve makam sahiplerine tamdır. Biz böyle bir halkın çocuklarıyız aslında.  Güvenin ve inancın olduğu yerde, estetik olan çok şey kendiliğinden hayat bulur. Bu buluşma toplumun barış ve huzur içinde yaşamasının önemli harcıdır.
İnanç ve güvenin ardında pek çok şey yatar. İnanç ve güven kalbin olumsuz yanlarını kendiliğinden yok eder. Anadolu insanın türkülerinde, zeybeklerinde doğruluğun inancı ve kararlılığı yatar. Kararsızlıklarında danışmayı, istişare etmeyi, araştırmayı, bir bilene sormayı ihmal etmez, edilmez.
Diğer yandan insanımız hiçbir kimseye durup dururken “ Goca Efe” lakabını takmamıştır.  Bu lakabı alması için bu yoldaki sınıfları başarıyla geçebilmiş olması lazımdır. Kızanlıktan, Goca efeliğe giden yolda halkın inanç ve güvenini kazanmış olması gerekir. Efelik; gücün, kuvvetin sembolüdür.  Aynı zamanda metanetin ve imanında temsilidir.
İnsanımız, makam ve mevki sahiplerine güvenip bir bilen olarak gönlünde yer verirken, gücü temsil eden otoriteye de saygı duyar.  
Bu inanç ve saygı ne kadar önemli. Bu inanç ve saygıyı oluşturabilmek kolay bir iş değil sanırım. Bu inanç ve saygıyı taşıyan yürekleri açıp okuyabilmek lazım.
Şu güzellik nasılda fark ediliyor türkülerimizde. Kaymakamlık danışılacak, bilgelik taşıyan bir makam. Efelik; hakkın, hukukun, doğruluğun merkezi.
Şimdi yeni türkülere dönüp bakalım. Olup bitenlere göz atalım. “böyüklük” zaman ve mekâna göre şekillenmeye başladı sanki. Dün “böyük” olanları bugün hızlı biçimde nasılda harcıyor insan.
 Muhteşem yüzyıllar, muhteşem biçimde küçültülmeye başladı mı mesela. Dün “böyük” olarak adlandırılan makamlar ve sahipleri bugün küçültülerek yepyeni büyüklük ölçüleri mi çıkmaya başladı? 
Eskiden makamlara da, o makamlarda oturan kişilere de sonsuz saygı ve güven vardı. Ya şimdi öyle mi? Makama saygısı olsa da kişilere saygısı yok, güveni yok insanımızın san ki. Doktora güvensizlik, öğretmene güvensizlik, hâkime güvensizlik, bilim adamına güvensizlik, siyasetçiye güvensizlik, din adamına güvensizlik, iş adamına güvensizlik.. Of ki of!  Makamların etkisinden çok yetkisi öne çıkar oldu. Kim hortlattı bu güvensizliği?
Güven yokluğunun çoğaldığı yerde “böyüklük” tükendi sanki. Gidişat iyiye mi kötüye mi? Hadi sorun kendinize. “Aman doktor” deyip yardım dilenin yaranıza. “Doktor bey”, “hâkim bey” şiirlerini çoğaltın alt alta. Bunları çoğaltırken dönüp yeniden “ben kimim? sen kimsin? Sorularını sorun kendi kendinize. Büyüklüğün ölçülerini tutun satır satır. Büyük ya da küçük olmanın sırlarını düşünün. Bütünlük ve üstünlüğe erişmenin erdemi üzerinde fikirler yürütün. Bizi biz olan değerlerden uzaklaştıran, yabancılaştıran hangi cezalara çarptırıldığımızı, güvensizlik girdaplarında nasıl bırakıldığımızı gözden geçirin.
Dünün türküleri beni bana anlatırken ve tanımlarken, bugün neden başka tarifler ve anlatımlarla güvenim sarsılıyor? Yabancı melodi ve senaryoların oyuncusu olmak, kendi özümüz olmaktan daha mı kolay geliyor bana? Ya da başka hangi sebepler üzerinde durmak lazım.
Yeniden sormak istediğimi sorabilecek güveni, inancı kendimde bulmak istiyorum. Yeniden mektuplardaki gibi “böyüklerin ellerinden öpmek” istiyorum. Ya siz? Sağlıcakla.

19 Mart 2013 Salı

AHMET ÇAKIR VE KUZULAR


İnsan sosyal düşünebildikçe, çevresine uyum sağladıkça ve dahi kontrol edebildikçe yararlı birey olma yönündeki gelişimleri artarak sürer. Kişilerin kendini geliştirme düzeyine göre de toplumun az gelişmişliğinden gelişmişliğine, modernlik ve uygarlık düzeyinden bahsedilir. Gelişmişlik düzeyinde hayvansal üretim ve tüketim de önemli göstergedir.
Bugüne kadar değişik yazılarımızda köyden şehre doğru artan göçlere hep değindik. Artan göçleri gördükçe,  azalan hayvan sayıları, üretimden düşen tarım arazileri gözümüzü korkuttu. Yeri geldi bu yüzden uykularımız kaçtı.  Bu yüzden üretmek bu ülkeyi sevmektir. Sosyal sorumluluktur deyip durduk. İçimizdeki kaygılar büyürken iyi örnekleri görmeye başlayınca şükürler çektik.
2011 yılının son aylarında başlamıştı hikâye. Yörem Ekmeğin sahiplerinden Ahmet Çakır bey Tavşanlı’da fırıncılık sektöründeki hizmetlerini devam ettirirken koyun yetiştiriciliğini de kafasına koymuş bu alandaki yatırımlarına üstelik köyünde cesaretle başlamıştı. Herkes bu alandan hızla kaçarken o büyük bir iştah ve heyecanla başladı hem de. Bu başlayış alkışların en güzelini hak ediyor bugün.


Aylardır yaptığı yatırım ve çalışmaları yerinde görmek en büyük arzumdu. Nasip bugünlereymiş. Gittik gördük. Kuzuların ılıman güneşte kümelenip yatışlarını, yer yer sektirerek  koşmalarını seyrettik. Sevdik okşadık. Sürüden ayrılan koyunu takiple köye kadar getiren kangalı yüreğimize bastık. Bu basışla kıyasladık çok şeyi.. Arazide yeşeren çimenlerin koyun sürüsüyle anlam kazandığını gördükçe keyiflendik açıkça. Yurdun zenginliği dedik usulca. Bu zenginliği gördükçe Ahmet Çakır beye madalyalar takmak istedik gönül diyarımızdan. Şevkini, heyecanını gayretini görüp izledikçe en az onun kadar heyecanlandık. Bu heyecanla kaşık salladık en has koyun yoğurduna.  Kuzuların neşesinden aldığımız şevkle  kır sofrasında yudumladık enfes çayları. Taş Köprü Çeşmesi’nin gürül gürül akan suyu kadar sular akıttı yangın yerine dönmüş yüreğimize büyümeye meyletmiş kuzular. Dilim dualara durdu izledikçe ve gördükçe.  Göynüm ferahladı. Örnek olmasını diledim ve temenni ettim. Bende çobanlığa heveslendim. Bu hevesle kaptım elinden çomağını çobanın. Bu kapışla çektirdim renkli resimler.
Ahmet Çakır beye sormadan, bu başlayışla hangi hedeflere ulaşılabileceğinin hesabını yaptım kendi kendime. Zenginliği ülkemin zenginliğiydi açıkça. Daha da artırmasını diledim. Ülkemin kazancına hangi katma değerleri katacağının hesabı görünen karşısında zor değildi. Zor olan başlamaktı. Başlamak başarmaktı aslında. 
Bu tür girişim ve yatırımları gördükçe dünya gıda pazarlarında boy göstermeye bile niyetlendim kendi kendime. Ülkemdeki şehirleşme, sanayileşme, gelir düzeyi ve kültür düzeyindeki değişiklikleri gözledikçe ithalat ve ihracat dengeleri nasıl oluşur? soruları beynime doluştu. Bu soruların cevabı bile yeni doğmuş kuzuların kendisiydi. Doğu ve güney doğu komşularımızdan yer yer canlı hayvan geldiğini bilen birisi olarak Ahmet Çakır beyi yaraya merhem olmaya çalışan kahraman gibi gördüm karşımda.

Biliyorum ki hayvan gıdaları üreten, gerektiğinde stoklayan ve pazarlayabilen ülkeler geleceğin mutlu ülkeleri olacak. Bu mutluluğa katkıya niyetlenen Ahmet Çakır bey ve onun gibiler ülkemin kahramanlarıdır benim gözümde. Allah yollarını açsın, ufuklarını genişletsin.  Alkışlar alkışlar.. Sağlıcakla.

RÜZGÂRDAN SONRA




Rüzgârlı Pazarlarda şişirdik yelkenlerimizi. Aslında yelkenlerimiz hakkın, hukukun, doğrunun, sevginin, sevdanın, ülkemin, insanımın dahası coğrafyamın coşkusu ve heyecanıyla dopdoluydu. Yelkenlerimiz Pazar rüzgârlarında yeniden şişerken aklımızı, benliğimizi, kimliğimizi, haysiyetimizi, terbiyemizi düşürmedik her daim. Bunun keyfinde ve sabrında olmanın bilincindeydik. Kimileri lades oyunlarının cambazı olsa da biz yüreğimizdeki memleket sevdasına asla halel getirmedik.
Yaradanın herkese bir ağız, bir dil verdiği muhakkak. Ağızdaki dili evirip çevirmek, elindeki kaleme eğri veya doğru çizgiler çektirmek de akıl süzgecimizle alakalı. Akıl süzgeci; aldığınız terbiye, örf, adet, inanç, iman ve ahlakla bezeli değilse yaşam hanesi özürlüdür.
Lades şampiyonları kazanmanın hırsıyla kendilerinden geçiyorlar. Bu geçişle dalaverenin perhizinde bile olmuyorlar. Ne yazık.. Perhizsiz konuşurken avurtları doluyor. Ah ki ah!
Perhizsiz konuşmalar içi dışa vurduruyor. Bu dışa vurum sırasında bir de alkışlandı mı kendine dönüp bakmaz insan. Kabak çiçeği gibi açılır da açılır. Ne kötü.. Bugün alkışlananın yarın yuhalanmayacağının garantisi yok. Ya da tam tersi.
Lades gibi ütme oyunlarını uzaktan izledikçe hep nefret etmişimdir. Bu alan beni ürkütürken, atalarımın yaşam biçimi hayranlık uyandırmıştır. Atalarımızdan aldığımız değerler gönül zenginliğimiz kadar yaşamımızın gömüsüdür aynı zamanda. Bu yüzden ahlaki değerler düsturumuz ola geldi. Bunları düstur edinince aslolan zenginliğiniz, gerçek gücünüz, aşkınız, sevdanız, mutluluğunuz dahası gerçek şöhretiniz gönül duvarlarınıza kendiliğinden yapışıveriyor. Çok şükür, çok şükür ya rabbim!
Tavşanlı’nın Sesi Gazetesi’nde yaklaşık on iki yıldır köşe yazıları akabinde köy yazıları yazmaya çalışıyorum. Gazetede ilk (“Başköşe”) köşe yazıları yazmaya başlayanlardanım.
Yazılarımda kırıp dökmekten öte, derleyici toparlayıcı olmaya gayret ettim. Olması gerekenlere işaret ederken bile nezaketi elden bırakmadım. Eksik ve noksanları tertemiz bir dille, çözüm yollarını da kendimce işaret ederek toplumun, bölgemin daha mutlu olmasının gayret ve heyecanında oldum.
Toplumsal sorunlarda ekip arkadaşlarımızla birlikte el birlik çözümler üretmeye çalıştık. Aydınlanmak için araştırmalara zaman ayırdık. Aydınlandıkça aydınlatmanın hevesinde olduk. Kimseyi şucu veya bucu diye gruplara ayırmadık. Hepside aslında bizdik, bizden bildik. Kör atışmalara, kör tartışmalara engel olmaya çalıştık.
Köylerimiz hakkında yazılı doküman eksikliği vardı. Kendiliğimizden üstelik kimseden yardım beklemeden bunu gerçekleştirmenin heyecanını yaşadık. 
İlçe dışındaki etkinliklerde ilçemizi, bölgemizi ve insanımızı en iyi şekilde temsil etmenin sorumluluğunu yüreğimizde tuttuk. Hiçbir zaman bu sorumluluğu unutmadık.
Sporcu ve taraftarlarımızın zaman zaman girdikleri tartışmalarda iyiyi ve güzeli işaret etmenin telaşe sinde kendimizi bulduk. Bölgesel huzur ve barış yürek gömülerimizin içinde hep vardı.
Pek çok mesele de toplum gerilirken, konuşması gerekenler gıkını bile çıkarmazken ekip arkadaşlarımızla üstümüze düşeni yapmaya çalıştık.
Ütmeye alışkın ladesçiler hiçbir şey yapmamışız gibi rüzgârlı pazarlar yaratmanın rolüne soyundular. İştahla saptırmaya çalıştılar. Avurtlarını doldururken anaları, gül yüzlü çocukları ağlatmanın, üzmenin, yollara dökmenin koskosluğuna koyuldular. Yalanlar rüzgârlarda savruldu. Savrulan rüzgârlarda ütülen nasıl ütüldüğünün farkına bile varamadı. Ne acı, ne vahim..
İşi germek olanın yüreğindeki sevgiden şüphe duyarım. Çünkü sevgi sofrası sofraların en güzelidir. Niyeti ütmek olanın sevgisi öldüren aşıklara benzer. Seviyorum diyorsan ütmeyi akıldan silmek gerek. Bugün yalanla kandırsan da yarın mutlu olman mümkün mü? Hileyle kazanılan maç hangi oyuncuya iç huzuru verir. Hileyle huzuru bulanlar, kar ettim sananlar, aldatanlar galle kuyularında olanlardır. Kara düşleri soluya soluya büyüyenlerin hayra hizmet etmesini beklemek hayaldir.
Gerçekleri araştırmadan ahkâm kesmek kolaycılıktır. Gerçekleri görünce alkışlarda azalma olacağını bilen ütücüler, gerçek dışına yöneliyor. Çamur atmaya meylediyor. Acırım hallerine.. Oysa hallerine acıdığım kendi kıyametini koparan, firavunun ateşinde yanan suyunda boğulanlardır. Bizde ki de vicdan işte. “Bıktık siz ve sizin gibilerden” demek yerine öncelikle vicdanımız depreşiyor acıma hissi yüreğimizi dolduruyor. “Yuh” çektirmeye kalkışanlarda vicdan yok oysa ki! Saygı duyduğunu sevdiğini söyleyip arkasından hançerlemeye çalışmak tam tamına yalancı aşıkların işidir.
Toplumu akla hayale gelmeyecek söylem ve ifadelerle üstelik hiç araştırmadan, çözüm üretmeden saflarına çekmeye, arkalarından sürüklemeye yeltenenlerin hevesleri kursaklarında kalacaktır.
İnsan inandığı şeyi savunmakta özgürdür. Ama savunmayı, ona buna çamur atma sananların çirkin tutumlarını sergilemek, hatırlatmak, anlatmak gerek. Yalan yanlış aktararak, hatta saptırarak, hatta toplumu aydınlatma, bilgilendirme gayretlerimizi görmezden gelerek toplumu yanlışa sürüklemenin vebali kimilerinin omuzlarında olacaktır. “Kulak verin” diyoruz. Anlayıp dinlemeden önyargıların hapsinde halkı huzursuz etmeyin diyoruz. Anlayıp dinledikten sonra oturup ne yapacaksak birlikte yapalım demeye getiriyoruz. Buna kulak asmadan esip gürlemekten prim toplama gayretinde olanlar size yazık, çok yazık! Size göre Tavşanlı kurum ve kuruluşlarıyla idareci ve yöneticileriyle top yekun ihanetin çemberinde öyle mi? Kimi yandaş, kimi işbirlikçi ha! Patavatsızlığın böylesine de pes doğrusu. Köyü tanımayanlar, hatta “köylü” olmayanlar köylümün sorunlarına çocukların sırtına tabut, diline kanlı laflar sürerek, anaları ağlatarak mı çözüm üretecekler.  Sosyal medyada yalan sofraları sererek yiğitlik ünvanı mı kazanacak yoksa bazıları. Vay ki vay!
Bugüne kadar yöredeki manda sayısını nasıl artırırız, yüz ölçüm içinde kazanç kapısı olabilecek hangi fidanları çoğaltırız konusunda kafa yormayanlar, hatta arazinin sulanabilirliği noktasında neler yapabiliriz demeyenler, köydeki hayvan sayısını, sürü miktarını, ne kadar tarım arazisi olduğu tahmin bile edemeyecek olanlar yalan rüzgarı ve çamursak kampanyayla zemin tutmaya çalışıyorlar. Oldu mu şimdi ya… Biz yöre için önerilerimizi köy yazılarımızda tek tek sıralarken, bunu samimiyetle ve içtenlikle isterken,  kışkırtmaya çalıştığınız halk için hangi projeler etrafında toplandınız? Hangi önerilerde bulundunuz merak ederim.
Bizim doğrularımızı, yalanlarınızla örtmeye çalışmanız ne kadar ahlaki?
Yöremizi, insanımızı iyi tanıyanlar olarak inancımız tam sevdamız büyüktür. Serinkanlılığımızı koruyarak toplumu doğru ve tarafsız bilgilendirme yolunda gayretlerimiz artarak sürecektir. Açmaz ve çıkmazlar konusunda yüreğimizi, zamanımızı aklımızı imkanlarımızı zorlayarak halkın huzurunu sağlamak adına neferliğimiz devam edecektir. Yeri geldiğinde eleştiri, öz eleştiride, empati yapmada sakıncamız olmayacak ama asla kin ve nefret kusmayacağız.
Yalan ve iftirayla toplumu yanlışa sürüklemeye çalışanlar karşısında uslu çocuklar gibi oturmayacağız. Görmek istediğimizi yada birilerinin görmek istediğini değil, gerçeğin kendisini yazmaya gayret edeceğiz. Kendimiz gelişirken toplumun gelişmesi yönünde üzerimize düşen ne varsa yapmaya çalışacağız. Biz bunları yaparken ladesçilerin yeni oyunlar peşinde olacağını bilerek doğrularda ısrarcı olmayı sürdüreceğiz.
Dün toplumu aydınlatma ve bilgilendirme yönünde neleri yaptıysak ağırbaşlılığımızı muhafaza ederek yarında sağlığımız elverdikçe yapmaya özen göstereceğiz.
Kültürümüzü, değer yargılarımızı unutmadan kollarımızı sevgiye açık tutacağız. Çünkü toplum sevgisinin insanı olgunlaştıran bir yanı vardır.  Halkı düşman gibi görmek onları hain ilan etmek ancak içleri karartmaya yeter. Sevgiye kollarını kapatanların kendisi dışında çevresinde kimse olmadığını göreceksiniz. Bindirme kalabalıklarla nereye varılabilir ki.. Halkı aydınlatma, bilgilendirme yerine kışkırtmaya çalışanların sonsuzluğundan şüphe ederim.
Üzerinde ısrarla durduğum konu sevmeyi öğrenmektir. Sevgi tahammül ister, sabır ister, akıl ister. İnsan sevme becerisini kazandığı zaman birbirinin aynası olur. Beceremiyorsanız sevimsizlik sizinle yol arkadaşlığı yapar durur. Şükürler olsun ki, içimizdeki sevgiler sevdalarımızı çoğaltıyor bizim. Sevdikçe daha da güçleniyoruz. Siz bu gücün kıskançlığındasınız sanırım.
Çamursak kışkırtmalarınızdan halkın kısa sürede bıkıp usandığının farkında değil misiniz? Yapmak istediğiniz üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek san ki. Bunun anlaşılmadığını mı sanıyorsunuz? Vazgeçin, vazgeçin bu yoldan! Bunu hiç kimse için değilse bile kendiniz için yapın.
Bizim hedefimiz; halkımızın aydınlığı, refahı, huzuru, mutluluğu ve sonsuzluğa top yekun ulaşması içindir. Ya sizin? Sağlıcakla.

7 Mart 2013 Perşembe


DİZMEK GEREKİR

Kökleşmiş kültürüm yaprak döküyor
Dallar cılızlaştı sezmek gerekir
Farkında olmadan toprak çöküyor
Kalemi kırmadan yazmak gerekir

Babam okulsuzdu anamsa cahil
Etrafım topyekun hesaba dahil
Nesiller büyüttü hepsi de ehil
Atanın yolunu çizmek gerekir.

Gelenek görenek çıkmazdı taca
Tabandan tavana tüterdi baca
Kök bir yol bir din bir yoktu başkaca
İthal edilene kızmak gerekir.

Ölçüler belliydi oğuzdan beri
Dövmeyle değişti bedende deri
Yozlaşma sürüyor oluşmuş seri
Bu kötü oyunu bozmak gerekir.

Okuduk okuttuk büyüdü yara
Bozulan gidişat gelmez ayara
Umudu bağladık havuç hıyara
Karmaşık denklemi çözmek gerekir.

Nice devlet kurduk şimdi biz kimiz
Geçmiş törpülendi ölmüş ceddimiz
Dünyaya bedeldi oysa ölümüz
Hal ve gidişatı süzmek gerekir.

Burnunda hızması dilinde boncuk
Esvaplar değişti düşecek doncuk
Ardından bakınca sanırsın kancık
Giyimi kuşamı düzmek gerekir

Çoban Çeşmesi’nin boynu büküldü
Yüreğinden kızgın alaf döküldü
Geleneği örfü bir bir söküldü
Dökülen tespihi dizmek gerekir.

Halil Oral/Tavşanlı 5.03.2013