Halil Oral/Tavşanlı
İlkokula başladığım günleri bugün
gibi hatırlarım. Parmaklarım arasında zar zor sıkıştırıp tuttuğum tahta yapılı
kurşun kalem, oldukça büyük görünürdü. Gözümü bile koruduğum olurdu kalemden. İşaret ve orta parmağın birbirine bakan
yüzlerinde kalemi sıkıştırmaktan ezilmeler oluşmuştu. Kalemi sıkmasam, doğru
çizgilerin bile eğrilmesinden korkardım.
İlk çizgi çalışmalarına doğrularla
başlamıştık. Doğruları eğriler takip etti.
Eğik yazılar, dik yazıların ardından geldi. Nedenini bilmediğim halde doğru eğriden daha
candan, dik olanı eğrilip bükülenden
daha sevimli bulmuştum. Mizacım sanki buna daha yatkındı. Eğilip bükülen çizgileri çekebilmek için tek
çizgili defteri bile eğmek gerekirdi. Bunu dahi deftere yapılan haksızlık ve
işkence sayardım. Hatta hakaret. Kaç
kez, “Biraz daha eğ” ikazları yemiştim öğretmenden. Eğip bükebilmek yetenek mi yoksa sevip
meyletmek mi hala sorgularım bu yaşta. Öğretmen doğrunun yanında niye eğri
çizgi çalışmaları yaptırmıştı? Amaç; eğri ve doğruya, dik ve yatığa karşı
beceri kazandırmak mı yoksa her ikisinden haberdar edip bizi bize bırakmak
mıydı? Doğru ve dik olanı daha samimi ve candan buldum ben. Doğrular ok gibi
canımı acıtıp yüreğime saplansa da kimi vakit, vazgeçmedim. Sınıf atlayıp coğrafya dersleri gördükçe
dünyanın, hatta evreninde eğriliğini anladım. Bunu anladığım, hatta Einstein’in
uzayın eğriliği üzerine yaptığı çalışmaları okuduğum an nasıl da şaşırmıştım.
Günlerce çocukça uykularım kaçmıştı. Buna rağmen cetveli pergele tercih ettim.
Bir noktaya oturup daire çizen, onlarca doğruyu hapsetmeye kurgulu pergeli
elime bile almak istemedim. Öğretmenden pergelli dayaklar bile yedim cetvel
yüzünden. Hayat boyu eğriliğe karşı doğru çizgiler çizmek daha mantıklı, daha
ahlaki geldi bana. Doğru çizgiler çizdikçe eğrilenler halkalar çevirmeye devam
etti. Eğilmek eğrilenlerin marifeti oldu. Zaman zaman eğriler güç birliği yapıp yeni
eğri formülleri ürettiler. Her eğdikleri çizgi, her yaptıkları çengel can
yaktı.
Bitişik yazı da daha ilkokul
yıllarında öğretilen bir yöntemdi. Doğrular bitişmekte, yan yana durmakta
sıkıntı yaşarken, eğriler bitişmekte hiç zahmet çekmediler.
Hep merak etmişimdir. Acaba
insanlar eğriden haberdar olmasaydı; yine eğri-doğru, dik-bitişik mücadelesi
olur muydu? Onca dik ve doğru çizgi arasında dünya nasıl bir dünya olur, buna
karşı ahret nasıl şekillenirdi?
Hey Allah’ım! Nereden nereye.
Varın gerisini siz düşünün. Eğik ve
dik arasında sizde gidip gelin. Dokuz köyden kovsalar da en büyük erdemin eğri
evrende doğru çizgi çizmek olduğunu çevrenize hatırlatın. Hatırlatın çünkü
yazılar eğrildikçe bakışlar hatta görüşler eğriliyor. Bakışlar eğrildikçe
başlar eğiliyor. Başlar eğildikçe sokaklar eğriliyor. Sokaklar eğrildikçe
yapılar çarpıklaşıyor. Yapılar çarpıklaştıkça topyekûn çevre eğriliyor. Çevre
eğrildikçe yaşam eğriliyor. Yaşam eğrildikçe insanlık mahvoluşa gidiyor.
Ne çekiyorsak eğrilenden çekiyoruz
velhasıl. Yapmamız gereken doğrulara tutunmak herhalde. Dik duranın yansıması
cılız kalsa da yıkılmazmış. Hay Allah! Bu yazıda nasihat gibi oldu
nedense. Olsun! Benden söylemesi. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder