Her gün biraz daha köşesine çekiliyor insan. Tarifsiz sessizliğe bürünmeye meylediyor dil. Huy mu şekil değiştiriyor vakit mi zamana uymuyor tahmini güç bir durum. Negatif pozlardan baskılanmış, sararmaya meyleden fotoğraflar gibi yürekçiğimin duruşu. Kelimelere sığmayacak ağırlıkta duygusal gelgitlerim. Hüzne meyil verdikçe, sonbahar bitkilerinin salınışı gibi içimdeki sesler. Gözyaşlarım ha aktı, ha akacak durumunda. Bu anlar göğsümün en yufka anları. Yanağımdaki yaş en sıcak seyrinde. Sonsuzluğa bırakmaya çalıştığım insanlık ve jet hızında akan zaman. Hayatla kavgalarım, kaygılarım, şu ana kadar ki en çok da aldanışlarım.
Gönül göklerde uçarken, avuca
sığmayan beden. Toprağa basışım, tatil
fotosu paylaşmalarım, sokakta en kasıntılı adım atışlarım. Hey gidi hey!
Kargaşa, karmaşa, curcuna, şamata. Dert ettiğim, etmediğim ne varsa duygunun yokuşunda
sarıyor yüreğimi. Sardıkça artıyor iç kanamalar. Bacaklardaki derman kesiliyor
önce, göz fersizleşiyor gün gün. Boğazda düğümleniyor topak topak hınçlar.
Maddi varlıkların, etiketlerin, makam ve mevkilerin, eldeki imkânların, aldatan
boşluklarının dehşeti dikiliyor gözlerinin önüne. O dehşetle kapılıyorsun evhamlara. Pişmanlıklar, ah edişler çakırdikeni gibi
yığılsa da üstüne, akılları baştan alan ihtirasların kurbanı olur insan.
İnsanın içindeki kör kuyular, fokurdatan amansız ateşler, gereksiz hırslar, doymayışlar,
kuruntular, sinsice etrafı dalayan ısırgan oluyor.
“Nasıl bilirsiniz?” dendiğinde
cemaatin cılız sesi! Hakkınızı helal eder misiniz? Sorusunda, “helal olsun!”
cevabının gürlüğü huzura erdirecek hal midir bilmem ki!
Sürüp gidecek sandığımız günlerin,
eskimez sandığımız bedenin, içimizde azgınlaşan kuruntunun hesabını, var olan
sonda verileceğini bilmek lazım.
Aldatırken, nasıl aldandığını düşünmeli insan! İçi titremeli içi! Yalan dolana hapsoluşlar, çamur atışlar,
çıkara meyleden davranışlar! Ühhüüü! Yakar insanı yakar! Anlamayı akıl etmeyenler, insanlık yağmurunun
bereketine inat, çevresine ateş üfleyenler, düşmanlıktan medet umanlar; tedavi
edilmesi gereken kuru gürültüsünüz.
Sonbahar rüzgârları sert eser. Yerin kovuklarına bile sığmayacak
kötülüklerinize son verin yeğenim. “Hayra soluk soluyan, hayırlı insandır”
derdi anam. Can yakacak davranış biçimleri sonbahar rüzgârlarının esintisinde
gelir kendinizi yakar.
Anam, kimilerine bakıp, “bunun
garnı b.k dolu” derdi. Kötülükten beslenenlerin eni sonu ıstıraptır. Kuru
gürültü içinde ömürleri gelir geçer. Bir başkasını aldatan kendini aldatır.
Kuşların taze mevsimlere göç için
hazırlığı vardır. İnsan da yeni mevsimlere ulaşmak için, her günün sabahında adım
atışımızdan, aldığımız nefese, yuttuğumuz lokmaya, ağzımızdan çıkan söze
velhasıl duruşumuza bakmak lazım. Hayırla anılanlar olduğu gibi, şerlerinden
bahsedilenler vardır. Hangi grupta olmak istersiniz?
Hayat bitse de, duruş ve karakterin
güzelliğinden bahsettirmek insanın kendi elinde. Vasıf önemlidir. Vasıf
göçerken önemli. Vasıf huzurun vizesi
kardeş.
Türkülerimiz bile açık seçik
belirtir her şeyi. O manada bile dilden
dile ulaşır da gerçekler, yine de aymaz kimiler. Hiçbir şey yapmayıp türküleri
can kulağıyla dinlese doğru ritmi bulur insan.
Kul Ahmet’in “seher yeli nazlı
yare” sinde “düşmüşem elden ayaktan” dizeleri sonun derinliğini anlatan
sözlerdir. Yine Ruhsati’nin türküsü ne
güzel hatırlatıp uyarısını yapar. “çok yaşayan yüze kadar yaşıyor”. Mesele, uygun
ve düzgün yaşamakta.yaşamın türküsünü doğru okumakta. Göçler çok yakınımızda.
Sağlıcakla