İçinde yaşadığımız coğrafyanın
havasını solumakla kalmak, çok şeyi eksik bırakmak demektir. Yağan karla bütün
zarafetini ortaya koyup boyun büken ormanların, bulvar içlerinde birer anıt
misali duran ağaçların bile farkına varmak gerekir. Hatta dokunmak, okşamak. ..dokunmadığımız
hatta yazmadığımız o kadar çok şey var ki. Dokunulmayan, çoğunlukla yazılmayan
şeyler unutulup gidiyor. Bir anlamda değersizleşiyor.
Dokunduklarımıza, çocukluğumuza
anlam katan pek çok şeyi yazmış olsak ühhüü! Kitaplar dolacak.
Olukaltı tarlasında yetiştirdiğimiz
ürün çeşitlerini sıralasam sayfalar dolar. Tütünden pamuğuna, kavundan
domatesine, börülcesinden kabağına, gövelelik mısırından pekmezlik pancarına,
baklasından nohuduna, türlü tahılından mercimeğine. Uf uf! Neler neler. Ye
babam ye!
Köyün sokaklarında, çimenli
meydanlarında, hatta Dede bayırının yamaçlarında, Hotanlı Deresinin şırıl şırıl
akan sularında dostça kurulan oyunlar. Telden, çam kabuğundan, süpürgelik
sapından arabalar, zurnalar, kavallar, zipsiler, fiççiler, patlangaçlar, su
tabancaları, sancaklar, salıngaçlar dahası neler…seksekler, dokuz taşlar, üç
taşlar, kör ebeler, mendil kapmacalar, masal satmacalar, maniler, bilmeceler,
yağ satarım bal satarımlar..say da say. Yaz da yaz..
Bunlara dokunmayanın, havasını
solumayanın anlatması gerçekten zor. En
azından hatırlatmanın derdine düştük bugün.
Misket yuvarlayan, seksek oynayan,
ip atlayan çocukların, çocukluğumuzun hayalini kurduk bir anlamda. Hayaller
kurup anılara yaslanırken soysal yaşamı tehdit eden teknolojilere yenik
düşmenin hüznünde boğulduk. Okuma yazma öğrenmeden sosyal medyada üyelik sahibi
olanları gördükçe yıkıldık. Of Of!
Yağ satardık bal satardık. Ustamız
ölse de biz satardık. O nokta da kalmadı kardeş çok şey. Ustalar öldükçe,
büyükler gittikçe vazgeçtik çok şeyden. Çizgi filmler bile çizdi geçti
çocukları. Önlemedik, önleyemedik. Teknoloji esir aldı sosyal hayatımızı. Esir
aldığının farkına varamadık bile.
Meyvelerine yörede gıli gıli
dediğimiz alçak boylu bodur ardıçlar vardır. Meyveleri nohut büyüklüğünde,
yeşilden kırmızıya dönünce tatlımsaklaşan
göz dolduran bir ağaç. Göz doldururken güneşi toprağa küstüren ağaç…
teknolojiyi o ağaca benzetirim bazen. Sosyalleşmenin bağını kopardı bağını. Kurumlarda
sözde staj yapan öğrenciler telefonlardan başlarını kaldırmıyor, çevresinde
olan bitene aldırış etmiyor. Evdeki bebek tablet seyretmeden yemek yemiyor.
Karadenizlinin kemençeyle kıvrakça söylediği “ne oldu ne oldu böyle bize, ne
oldu ne oldu böyle bize” türküsü kulaklarımda çınlıyor.
Kütüphaneler sinek avlıyor! Okulda
verilen bir ödev bile sosyal medyadan “kopyala yapıştırla” hallediliyor.
Kopyalarken yapıştırdıklarının ayırtında
olamıyoruz.
Oyunlarımızı oyuncaklarımızı
kurarken toz kondurmazdık biz. Ormandaki her bir ağacın, her bir meyvenin, her
bir canlının farkına varırdık farkına. Teknolojinin esiri olanlar sosyal,
kültürel, ekonomik, maddi ve manevi tuzaklara düşünce soluğu ekranlarda alıyor
be kardeşim.
Düştükleri durumu gördükçe üzüm
üzüm üzülüyorum ben de.. ah vahlarım para etmiyor da gözyaşlarına boğuluyorum
durduk yere.
Bahçelerde börülce/ Bilmece
bildirmece.. sağlıcakla..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder