27 Aralık 2020 Pazar

KELEBEĞİN KOZASI VE EFENDİLİK

 


 

Kelebek hikâyesi vardır. Bunu bilen, duyan ya da bir yerlerde okuyanımız mutlaka vardır. Yine de kısaca anlatmakta fayda var.

Ağacın dalındaki kelebek kozasını gören genç incelemeye başlar. İçindeki tırtıltır. Gün gün o kozayı gözleyen genç küçücük bir delik açıldığını görür. Kelebek kozadan çıkabilmek için sürekli mücadele vermektedir. İlerleme kaydedemediğini, kozadan çıkamayacağını düşünen genç yardım etmeye karar verir. Bir makasla kozanın deliğini genişletir. Kelebek kozadan kolayca çıkar. Fakat kelebeğin gövdesi şişmiş, kanatları buruşuk haldedir. Normal haline dönmesini beklerken kelebeğin durumunda bir değişiklik olmaz. Velhasıl kelebek ömrünü şiş gövde buruşuk kanatla sürünerek geçirir. Kanatlarını açarak uçamaz. Kozadan çıkmak için harcanan çabayla gövdedeki sıvı kanatlara doğru giderek güçlenen kanatlarla uçabilirdi.

İnsan hayatındaki zorluklarda böyledir aslında. Hatta millet hayatındaki zorluklarda…

 

Balkan savaşlarına katılan Seyit Çavuş, Birinci Dünya Savaşı patlayınca terhis edilmezken Çanakkale Kilitbahir’ de bulur kendini. Gerisi malum 275 kiloluk mermiyi namlusuna sürüp Ocean’ı boğazın sularına gömme başarısı hepimizin hafızalarındadır. Sonraki denemelerde Seyit Çavuş o ağırlıktaki mermiyi asla kaldıramayacaktır.

Allahın takdiridir ki millet olarak zorluklardan güçlenerek çıkmışızdır hep. Engeller, kuvvet ve azmimizi artırmış, dua gibi bir ipe sarılarak güçlenmemizi sağlamıştır.

İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan da inşallah güçlenerek çıkacağız. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırası ve sonrasında uygulanan ambargolar GLi nin iş makinası ve kamyonlarında yedek parça sıkıntısı yaşanınca pek çok yedek parçayı kendimiz yapar hale gelmiştik. Zorluklarımız olacaktır. İnancım odur ki sıçrama yapacağız inşallah.

 

Bu noktada bir hikaye daha paylaşmadan edemeyeceğim.

Hz. Ömerin oğlu Abdullah, bahçede oturup yemek yerken sürüsüyle geçmekte olan çobanı sofrasına ısrarla davet eder. Israr karşısında çoban; Israr etme gelemem, ben oruçluyum der. Çölün kızgın sıcağında nasıl oruç tutuyorsun diye sorunca,

-Cehennem sıcağına göre bunun sözümü olur. Ahiret sıcağında yanmaktansa dünya sıcağında yanmayı tercih ederim der çoban.

Bu cevabın ardından Abdullah şu teklifte bulunur.

Şuradan bir koyun getir de kesip çöl kebabı yapalım der.

-Koyunların hiç biri benim değildir. Ben fakir bir çobanım. Sürü sahibi başkasıdır.

- Sürü sahibinin nerden haberi olacak..

-Sürü sahibinin haberi olmazsa Allah’ın da mı haberi olmayacak

Fakir çobanın yanına takılır Abdullah. Geze geze koyunları otlatarak akşama sürü sahibinin yanına varırlar. Abdullah sürünün fiyatını sorar. Sürü sahibi okkalı bir fiyat istese de sürüyü satın alır, çobana dönerek der ki,

-Senin hakkın başkasının koyunlarını otlatacak bir çoban olmak değildir. Sen kendi koyunlarını otlatan efendi olmaya layıksın, al bunu sürü senindir der.

Bu memleketin bir bireyi olarak biz üstümüze düşeni layıkıyla yapalım. Gerisi, efendilik kendiliğinden gelecektir. Sağlıcakla..

Hiç yorum yok: