Rahmetli babam okul yüzü görmemiş adamdı. Ama okuryazardı. Bazı hesapları bile parmak hesabıyla tutardı. Fakat çokların okumuşluğuna beş basardı birikimleri. Edebi de edebiyatı da iyi bilirdi. Fen desen, fizik desen vallahi ondaydı. Psikoloji desen yine ondaydı. Tarımsal aletlerimizin çoğunu kendi imal ederdi. Yaşamı kolaylaştıran pek çok aleti de. Hey gidi babam hey! Fen bilen, fizik bilen, matematik bilen, edep bilen edebiyat bilen, örfü adeti, gelenekleri özümseyen tam bir Anadolu insanıydı vesselam. Onun haykırışı kadar susması da dersti ders. Okul görmemiş yüzüyle irfan sahibiydi. Uzatmadan kestirmeden söylerdi söyleyeceğini. Uf uf! “Dikkat edin!” derdi kısaca. Dikkat kelimesi tek başına geniş anlamlar içerirdi. Dikkat etmesek?.. Canımız mutlaka yanardı. Hüzün, acı, ıstırap adına ne varsa yaşanırdı. Güvendiklerimiz, kimle yürümeye kalktıklarımız bile “dikkat!” kelimesinin içine bir çırpıda sığardı. Güvendiklerimiz bedel ödetir, üzülürdük çoğu kez. Of, Offf!.. Okul yüzü görmemiş haliyle en kaliteli model olmuş bize. Sen çok yaşa baba desem tam yirmi bir sene oldu göçeli. Bedenen göçse de, bize verdikleri; beynimizde, yüreğimizde elan yaşıyor kardeşim. Belki de o kuşak top yekun böyleydi kim bilir.. Ruhları şad olsun!
Kaliteli insan
rollerinin arkasında kalitesizliği o kadar çok görüyoruz ki şimdi. Ütme
yarışında giren o kadar çok ladesçi var ki sorma gitsin. Bu çoğalış karşısında
ölmüş babamın söyledikleri mıhlanmış beynimden çıkıp çıkıp geliyor. Eğitimci
kisvesiyle üten öğretmenler gördük biz. En kallavi ünvanlarla çarpan cinlere
rastladık kimi vakit. Of, offf!
Babamın
yorgunluğunu şimdi çok iyi anlıyorum. Tecrübenin karşılığı yorgunlukmuş. Bu
yorgun haliyle aktarabilmek de ayrı yorgunluklar olsa gerek.
Hep babamdan
bahsettim ya, anamdan söz etmesem haksızlık olur. Atasözleri meşhurdu anamın
da. Sözlerin zamanını ve yerini iyi bilirdi. Dedelerimin hikâyeleri boldu.
Anlattıklarını yazmaya kalksan sayfalar almazdı. Uzun kış gecelerini onların
hikayeleri doldururdu. Anamın söz birikimi de bu yüzdendir herhalde.
“Güvenme dayına
ekmeğini al yanına” derdi. Uf uf! Söze bak söze.. Boşa söylenecek, hafife alınacak,
geçiştirilecek cinsten değil be kardeşim bu söz. Tek başına anamın sözü
değil, tam tamına ataların sözü işte.
Güvendiklerimiz, hangi güvensizlikleri peydahladılar bir düşünün siz de.
Dünya ölçeğinde
bile kaleme vurun güvendiklerimizi. Değişir diye bekliyorsun değişmiyor
kardeşim. Kimi akrep oluyor, yılan oluyor yılan. Yılan derisini değiştirse de
huyunu değiştirmiyor be cancağızım. Bu nokta da kurbağayla akrep hikâyesi
dilime dolanıyor. Herkesçe bilinen malum hikâye. Kurbağanın akrebi suyun karşısına geçirirken
suyun ortasında kurbağayı sokup öldürme öyküsü vesselam. Güvenmenin karşılığı
okkalı acılar oluyor kimi vakit. Demokrasi, insan hakları diyenlerin dünyaya
hangi tumturaklı acıları yaşattıkları ortada. İnsanlığı öldürdüler insanlığı!
Bu nokta da
ekmeğimizi yanımıza almaya başladıkça çelme takma yarışları gırıla gidiyor
demokrasi havarilerinin. İnsan haklarından bahsedenlerin haksızlığı
köpürtüşleri gün gibi ortada. Ah ki ahh! Ataların sözleri unutulsa da, haksızlıkları unutmamak gerek. Yılanı akrebi
bilmek gerek. Bazen de böyle öykünmek gerek ve de “dikkat etmek”…
Nereden nereye…
Sağlıcakla
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder