Yatıp kalktıkça biraz da yaş
ilerledikçe, çocukluk günlerim selvi kavaklar gibi gözlerimin önüne
dikiliveriyor. Pekmez savuran analar,
bulgur kaynatan bacılar, buğday yıkayan kadınlar film şeridi gibi sıra sıra
geçiyor. Pekmez kazanı da bulgur kazanı
da rastgele ateşten indirilmez birbirlerine kıvama gelip gelmediği konusunda
danışırdı insanlar. Pekmezin köpüğü, bulgurun pişmişi kazan çevresinde
kendilerince oyun kuran çocuklara düşerdi ilk. Hem göz hakkıydı hem ilk sabi
çocuklar tattığında bereketinin artacağına inanılırdı. Her evde çamaşır
kazanından pekmez ve bulgur kazanına her boyu bulunurdu. Hatta kazan enikleri bile.
“Kazan eniği” deyince eni boyu ölçüleri kendiliğinden bilinirdi. Şimdi “ kazan
eniği” sorsan güler çok kimse. Hatta evlerde kazan kalmadı kazan. Endüstri aldı
götürdü çok şeyi. Bahçelerde kütür kütür erikler, asmalarda altın rengi
üzümler, kışlara has küp küp turşular. Kış gecelerinin ikramıydı
karlı pekmezler. Patlamış mısır, kavrulurken odaya kokusu yayılan nohutlar.
Çatı arasına serilmiş muşmulalar, elmalar, ayvalar. Külde gömülerek pişirilmiş
ayvalar sıcacık haliyle kış hastalıklarını bile tedavi ederdi. Kokuları evlere
sinerdi. Perşembe günleri konu komşuya mutlaka hediye verilirdi. “Küreci
Elması”nın yağı kabuğuna vururdu. Kütürt! diye ısırınca kendine has kokusu da
tadı da içimize akardı. Cücem eriğinin hoşafı, haşhaşlı böreğin yanında şıra
gibiydi şıra. Ye babam ye! Her gıdanın damak şaklatan bir güzelliği vardı
velhasıl.
Sonraları güveyiler
kayınvalidelerine yörede “kaba şeker” diye bilinen Konya şekeri getirmeye
başladı. Çocuklara renk renk türkülere bile konu olan halkalı şekerler. Bizim
yörede halkalı şekere kendilerince bir isim takılmıştı, Kolba (kolbağı ) şeker.
Bilezik gibi çocukların kollarında gezerdi şekerler. Çocuk dayanamadığı an
kolundan çıkarıp yerdi. Yanaklar şeker boyasından görünmezdi. Boyaları
kattığımız gün mü değişti çok şey bilmem ki..
Bir de “bitli helvası” çıktı kayınvalidelerin. Helvacı Burhan hala
yapıyor bunu ama ne kadar müşterisi var sormak lazım. Çikilota paketleri sanırım
daha revaçta şimdi. Velvasıl kaba şekerden, bitli helvaya ordan çikilotaya.
Gelişmek diye buna denir herhalde. Meyveler desen boy boy renk renk vakitli
vakitsiz yurt dışından ithal. Küreci elmasının kökünü kuruttuk. Nohut Amerikan,
makarna İtalyan. Buna can mı dayanır. Dayanmıyor işte. Şekeri ayrı, kolesterolü
ayrı, böbreğin taşı, karaciğerin, kalbin ritmi ayrılaştı. Başkalaştı çok şey
kardeşim. Sağlık bozuldukça yeni ilim dalları aranıyor. Hastane koridorları
tıklım tıklım. Doktorlar yetmiyor sıra almaya. Of of!
Çocukların uçurtma uçurmaya,
seksek, dokuz kiremit oynamaya vakti yok vakti. İp atlasa.. I-ıh! İllaki
tablet… İçinde türlü oyunlar. Oyunların içinde türlü türlü tuzaklar kim bilir.
Vallahi gözleri kadar ruh dünyaları bozulacak çocukların. Hani okulların
bahçelerinde oyun alanları. Nerde kaldı kendimize has oyun çeşitlerimiz? Tablet
yarışları aldı başını gidiyor. Obezite
çağın hastalığı olma yolunda. Hımbıllık başımızın belası. Hata kudret çocuğa su istesek duymazlığa
vuruyor işi. Tekrarlasak, “kendin alamıyor musun” diyecek. Sübhanallah!..
Modernlik adı altında o kadar şey
yuttuk ki…. O yüzden çocuk kalmak istiyorum belki de. Ben çocuk kalmayı
sürdürdükçe gülüyordur kimileri kıskıs. Gülüşleri fark ettikçe gamlanıyorum.
Gamlandıkça dertlere karıyorum. Kardıkça türkülere vuruyorum kendimi. Bu bulgur
bıldır ki bulgur diye diye kendimi avutuyorum.
Eskilere dalıp dalıp gidiyorum. Daldıkça geri kafalılığımı yüzüme
vuruyor kimiler. Hatta öne sürdüğüm en ileri düşlere bile “hadi ordan” dercesine tepki veriyor masanın
başındakiler. Ne yaparsınız ufkumuz bu! Hastane önünde incir agacı/ doktor
bulamadı bana ilacı. . Sağlıcakla