Çiğdemler çoktan geçip gitti. Ben
kendimi kırlara atmadan, atamadan hem de. Dilini bildiğim menekşeleri şehrin
parklarında gördüm. Fırsat bu fırsat, çoklar görmezlikten gelirken fısıldıyorum
kulaklarına dostluğumu. Egzoz dumanına bulanmış tenlerini ıslak süngerle silmeye
niyetleniyorum bir vakit. Kendimi suçluyor sorguluyorum sessiz sedasız. İnsan
yüzünden kirlenen ne varsa suçunu omzuma yükleniyorum. Bu yüklenişle
ağırlaşıyor bedenim. Bu yüklenişle insanlık adına güme giden ne varsa gün
yüzüne çıkarmaya niyetleniyorum.
Yoz güvercinler bile anlamış olmalı
niyetlenişleri. Her sabah avucumdan bulgur yemeden camdan geri durmuyorlar
çünkü.
Bolluk pazarlarda, market
raflarında cirit atıyor. Bolluğa alışmışken, kıtlıktan söz eden çarpılır desem
yeridir.
Tarihi hikâyeler dinlemiş olan ben,
cephede üst başı olmayan askerleri hatırlarım. Çanakkale’de, bağımsızlık
harbinde erin günlük kumanyasını okuyunca tüylerim ürperir. Bu ürperti içinde
dostlar içinde düşman ararım. On dört yaşıma kadar düşmanların olduğunu
bilmezdim. Kıbrıs Barış Harekâtı olunca anladım kimlerin bizi sevmediğini.
Ardından onca ambargolar. Vay be!..
Fransa senatolarında ermeni tasarısı oylanmasaydı Fransızı tanımazdım.
Anzakların hatıralarını okumasaydım İngilizi bilmezdim. Hele şu Suriye
olmasaydı gerçek yüzleri görmezdim, göremezdim nicelerin.
İnsanlığı soldurdunuz, insanlığımı
öldürdünüz kardeşim. Şu Nisan ayında onca çiçeğe hem renk hem koku olacaktım
bir bakışta. Salıngaçlar kuracaktım dal dal. Hayalleri yıktınız hayalleri, kan
içiciler!…
Ay Nisan. Bizim çocukların
bayramına şurda ne kaldı ki! Yaşıtlarının sularda boğuluşuna anlam veremezken, göç
yollarında çelme atılan anaları görürken, ajanslarda şehit salları boy
gösterirken nasıl bayramlar olur. Dost yüzleri anlatmalı biri. Düşmanı
belletmeli anacığım.
Çiğdemle, çiçekle girilen yazı bile
şirazesinden çıkıyor kardeşim. Bu yüzden on dört yaşa geri dönmek istiyor
gönül.. Boğazlardan silah yüklü gemiler, havadan bomba yüklü uçaklar geçmesin
diyor hilesiz aklım. Kafalarda gümbürdeyen sorular değil, hayrı çoğaltan
düşünceler fışkırsın istiyor dilim.
Yağmurun izi ağaçlarda meyveye
meylederken, dillerden sevi aksın sevi!. Cellatlığa özenmenin, özendirmenin insanlığa
hangi faydası var ki tümdük akıllılar.
“Komşu açken tok yatılmaz” derdi
anam. Bu yüzdendir mazlumlara kapıları açışımız. Bu yüzdendir rahat uykulara
dalamayışımız. Hiddet ve şiddete meyledenler için “Gözlerini kan bürümüş” derdi
bir de Anam. Bu meyil hayra alamet değil. Bu yol yol değil. Bunu kim nasıl
anlatacak size. İnsanlık dergâhında biçilmiş, özel renk ve mana deseniyle
bezenmiş Türk halkının ince duygusunu anlayın biraz.
Mevsimleri müzikle anlatacaktım.
Müziğin tınısıyla kayalar yumuşayacaktı. Bulutlar hırçınlığından cayacaktı
oysa. Denizler aheste dalgalanacaktı. Piyano barışa notalar vuracaktı. Tuvaller
çiçek akacaktı boy boy. Ah, Ahh! Nice mevsimi çaldınız dünyadan. Barut kokusu
neden baymaz içinizi. Gözünüz niye doymaz hala.
Ay Nisan! Bu mu dünyaya sunduğunuz
Milenium çağları. Yeter dizdiğiniz sıra kayaları yeter! Anlayın ülkemin vakur
duruş, dil ve üslubundan. Bıktık ikiyüzlü sahte dostluklarınızdan.
Ay akşamdan ışıktır yaylalar
yaylalar/Yüküm şimşir kaşıktır diloy diloy yaylalar….
Yüzlerin heykeli kırılınca, her şey
ne kadar da çıplak. Aylardan Nisan….Mevsim bahar oluncaaaa….. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder