31 Ocak 2014 Cuma

AĞACA TAKILAN UÇURTMA


Muhtar adayıyım ya, halkla ilişkiler artarak devam ediyor. Bunca yıl okuduğum, dinlediğim öykülere yenileri ekleniyor. İçinde insanın olduğu her öykü heyecan verdiği kadar düşündürüyor. Kimi zaman en derin üzüntülere sevk ediyor. Düşünmenin yanı sıra üzülmek, insan olma sorumluluğunun gereğidir bildiğim kadar. Hissiyatın ortaya koyduğu değerdir bir diğer yandan. Düşünmek top yekûn sevmektir. Sevmediğimiz hangi şeyi düşünmeye değer buluruz?..
Her seçim süreci hep böylemi olurdu acaba? Benim içinde olmadığım süreçler aynı şekilde mi işlerdi ki? Hay Allah! Meğer içinde olmadığın süreçlerde insan davranışları üzerine neler kaçabiliyormuş. İyi ki içindeyim ben. Bugüne değin kaçırdığım çok şeyi öğrenip kavrama fırsatını yakalamak, şans olsa gerek. Karakter tahlilleri de eşantiyon gibi. Topladığım eşantiyonlar, en muhkem yerlerde madalya misali asılı duracak.
Mahalle de muhtar adaylığım söz konusu olunca ilk basımı 1970 yılında yapılan Fakir Baykurt’un Anadolu Garajı adlı kitabındaki “Köy Mührü” adlı öyküsü aklıma geldi. Bu öykü hatırladığım kadarıyla “Muhtar oldu burnu büyüdü. Önceleri yerle birdi. Saygılıydı. Burnu büyüdü, kocaman şimdi!” diye başlıyordu. 
 Yetmişli yıllardan kulağıma küpedir. Burnun büyümesinden, saygının terk edilmesinden korkmuşumdur hep. Bu korkuyla edebimizi, ahlakımızı, kültürümüzü insanlığımızı bezemeye çalıştık çok şükür. Alt yapısı zayıflar, etiketin etkisiyle kendilerinden geçtiler. Her geçişte yeni dolap çevirmenin yollarına koyuldular. Ne kötü.. En erdemliler şer korkusuyla yeri geldi “gık” demediler, diyemediler.
Ahmet Yaşar Çakmak hoca gibi donanımlı insanlar da bu konuda sayfalar dolusu yazılar yazdı. Okuyan, okumasını bilenler onun yazdıklarını da kulağına küpe etti mutlaka. “İdareci-Yönetici Dediğin…” adlı yazısında bakın nelere yer vermiş.
Müslümanların işlerini üstlenip de onlar için çalışıp çabalamayan hiçbir idareci onlarla cennete giremez.(Müslim, iman 229 sayfa 311)
Yazının bir başka bölümünde İbn-ni Mübarekten alıntı yaparak “ İdareciler halkın çobanıdır. Çoban kurt olursa sürü nasıl güdülür?.” Notunu eklemiş. Efendimiz Sav den şu sözü nakletmeyi unutmamış. “Allahım! Her kim milletin işinden bir vazifeye tayin olunur da onları meşakkate düşürürse, Sen de onu meşakkate düşür!
Aman Yarabbi!.. Gördünüz mü işin hassasiyetini. Mührü ele geçirmek için zulmü makul görenler, dedikoduya meyledenler, yalan dolanı diline pelesenk edenler hangi meşakkatin içinde, hangi gaile kuyularındadırlar bilmem ki….
Muhtarlığa adayım ben. Yüreğimdeki hassasiyet, okudukça artıyor, korkularım daha da çoğalıyor. Bu çoğalmanın iyiye işaret olduğunu biliyorum. Bu çoğalmanın toplumsal hizmette yarar sağlayacağını hissediyorum. Hissetmeyenleri kör kuyularda kendi kör dövüşleriyle baş başa bırakıyorum.
Yurdunu seven ve onun sorunları üzerine düşünen biri olarak toplumsal hedefler bireysel hedeflerimizin çok önünde olacaktır. Bu gaye ve amaçla aydınlanmayı, bu maksatla aydınlatmayı benimsedik. Bu benimseyişle hedefler koyduk önümüze. Düşleri düşledik, fikirler öne sürdük. Derdimiz bir çiğnem sakızla avunmak, avutmak değil, ya da topitop yalatıp kandırmak değil, çok yönlü kalkınmışlığı sağlamaktır.

Muhtarlığa adayım ben. Ağaca takılan uçurtmaları unutmadım. Hatta sekseklerim, saklambaçlarım, körebelerim, çelik çomaklarım hala avuçlarımda. Avuçlarımın diğer yarısında toplumsal hayaller, özlemler, beklentiler. Dahası bir çırpıda sayabileceğim en yüce değerler. Hüner büyük gözükmek değil. Hüner bir tık da olsa insan olmaktan uzak kalmamak. Uçurtmanın daldan kurtulması da önemli mi önemli. Sağlıcakla.

Hiç yorum yok: