Bizim köye ilk radyo 1959 yılında
“Açıkgöz” lakaplı merhum tarafından getirilmiş. İlkler önemlidir. İlk lüks
denen aydınlatma aracı da 1965 te köyden ilk “alamancının” gidip izne
dönmesiyle gelmişti. Of Allah’ım, bu da neymiş. Radyonun geliş öyküsünü,
yaşananları bire bir yaşamam imkânsız. Çünkü tarih olarak daha doğmamışım bile.
Ama büyüklerden çokça dinleyen birisiyim ben. Merak da olunca insanda hatıralar
kendiliğinden birikiveriyor. Yıllar sonra anlatma görevi de yine bize düşüyor.
Adama boşuna “Açıkgöz” dememişler.
Fakat gezmiş ki görmüş. Görmüş ki
radyoyu satın alıp köye getirmiş. İlgi odağı olacağını, radyoyu satın alırken
keşfetmiş belki de. Vay be… Helal sana
Açıkgöz..
Bataryalı, lambalı bişey. Goca
köylü karşısına geçip uzun uzun seyretmiş.
Radyonun birleşme noktalarına gözünü yaslayıp, içindeki konuşanı görmeye
bile çalışanlar olmuş. Cık cık! çekenler mi, dudak bükenler mi, ibretle
seyredenler mi, karşısında esas duruşta duranlar mı, hatta şeytan icadı sanıp
korkudan titreyenler mi, yüzünü örtüsüyle bürüyenler mi, ve havle çekenler mi
hangisini sayayım bilmem ki.. Aslında köye yeni olan bu aygıtı seyredenlerin
yüz hatlarını kafamda üç aşağı beş yukarı tahayyül ediyorum ben. Resmetme
becerim olsa net biçimde ortaya koyacağım görüntüyü.
Ben böyle saydıkça bu süreci
yaşamamış, tasavvur etme zahmetine katlanmayanlar benim insanıma cahil,
görgüsüz, geri kalmışlık anlamına gelecek pek çok damgayı vurmasından korkarım.
Hatta acıma hissiyle bakanlar bile çıkabilir. Bu ön yargıyı taşıyacak olanlara
peşin peşin ülkemin tarihi sürecini okumalarını tavsiye ederim haddimi bilerek.
Açıkgöz’ün iki oda evi günlerce
dolup dolup taşmış. Bakmış olmayacak evin penceresine çıkarıp sesini de açarak
camdan yayınları dinletmiş. Bu esnada değmeyin Açıkgöz’ün keyfine. Yan
taraftaki sedire bağdaş kurup, gurum gurum kurulmuş. Sepetine, bohçasına
öteberi koyup radyo dinlemeye gitmiş insanlar. Of ki of!
Ne yalan söyleyeyim benim
çocukluğumda da doğru dürüst giysi yoktu be!.. Öyle atletmiş, gömlekmiş,
pantolonmuş nerde kardeşim. Baş aşağı dokuma fistan yeter de artardı üst başa.
Belki de kolaylıktı bilmem ki.. Ayakta
da kaynatma denen lastik. Çamaşır kili, baş kili, tuz gibi şeyler deve
yükleriyle gelirdi nerden gelirdiyse. Sinemaymış, tiyatroymuş bunları hayal
bile edemezdiniz. İnsanım kıt imkânlara
rağmen ihtiyaçlarını kendisi üretirdi, üretebildiği kadar. Düğünlerde orta oyunları
olurdu seyirlik. Kız kaçırma, mera satma, şeytan, deveci gibi oyunları değişik
türlerde sergilerdi köyde yeteneği olanlar.
Birde ayıcılar gelirdi çocukluğumda
bizim köye. Hem de taaaa Hayrabolu’dan.
Hayrabolu bizim köy hattını düşünüyorum da şaşırıp kalıyorum. Köy köy
dolaşmaları aylarını, belki de yıllarını alıyordu ayıcıların. Koca karıların (!)
nasıl yattığının farkına o ayılar sayesinde varmıştık biz.. Hay
Allah…Ayıcıların yerini farklı cihazlar aldı şimdi. Seyirlik, ibretlik
karmakarışık hem de..
Karışıklık içinde öküzün yemini
yiyip dananın yerine yatanların farkına bile varamıyoruz artık. Gördünüz mü
uygarlığı. Gördünüz mü geldiğimiz noktayı. Az buçuk tasavvur ettiniz mi benim
insanımın çektiği çileyi. Çekilen çileleri düşündükçe kumru gibi susup
kalıyorum ben. Şaşıyor, şaştıkça apışıyorum. Benim gibi şaşıranlar ha bire oyun
isteği gönderiyorlar feesten(!). Oyun oynayacak derman yok ki bende.. Neyse, bu da ayrı mevzu
aslında.
Bu dermansızlık içinde hangi ateşli
yazılar dökülür kalemimden. İçi bütün aşklardan, sevdalardan, şen şakrak türkülerden, dillenmiş
bülbüllerden, mutluluktan nasıl haber salarım.
Hal bu ki aşk deyince, sevdadan dem
vurunca, uygarlıktan söz açılınca kıvılcımlar çakardı gözlerimde. Yıllar beklentileri törpüler mi? Bekledikçe
kırılır mı ümitler bilmem ki. Umutlar kırıldıkça ahlaksızlığın hükmünde
kalınmasından korkarım bir yandan.
Yaşamak yormamalı insanımı. Umutlar
korunmalı gün gün. De! …. Nasıl, nasıl!?
Fistanla geçen çocukluğumun mükâfatını
görmeliyim ben. Göremiyorsam, gecikiyorsa sorun yine bende mi dersiniz? Gecikmenin
hikâyesi her önüme çıkana alkış tutmaktan mıdır? İlerleme yolunda ilkleri
görmek hakkım değil mi sizce? İlkleri başkaları mı sürer hep piyasaya. Ben
söğüşlenecek adam durumunda kalmaya mahkûm muyum? Ne dersiniz? Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder