Toplum olarak genelde günlük hayatın düşünce kısmında teslimiyetçi bir yol izliyoruz. Bu tespiti doğrulayacak, destekleyecek birçok örnek verilebilir. Mesela, yöre türkülerimizden birinin sözleri şöyledir;
Kaymakam geliyor kaymakam/ Dünyanın
sonunda ne var sor bakam…
Yani kolaycılığı severiz biz. Düşünüp beynimizi yormaya kıyamayız. Birileri
bizim adımıza düşünsün tembelliğini mıh gibi tutarız.
Bu tembelliğin bedelini yıllarca
ağır ödedik aslında!
Kimilerine göre İstanbul düşüncenin
kalbinin attığı yerdir. Kimilerine göre Ankara siyasetin kalbinin attığı şehirdir.
Siyaset de düşüncenin yorumlandığı, şekillendiği alanlardan biridir. “Kalkınma
yerelden başlamalıdır.”, “Kırsal Kalkınma”. Bu kalıptan sözleri çok defa
duymuşuzdur. Yereli tükettik yereli.
Kırsalda insan kalmadı kardeş. Köylerde üç beş prostatlıyla, bir o kadar fıtığı
patlamış yaşlı....
Yerelin düşünen aydınlarını ya
kıskançlıktan ya da başka kılıflar altında harcadık. Yerelin öneminin farkında olan
bu insanlar; yaşadıkları alanın keşfini yaparken düşünce ve fikir de
üretiyorlardı. Susturduk! Harcadık düşünmeden. Harcarken bir sürü kulp taktık
kimilerine.
Yereliyle bütünleşen bir bölgenin
gelişimi hızlı olurdu oysa.
Yerelde, kendi topraklarında kendi
bakışlarıyla ülke gözlüğünü takarak bakan insanların ortaya attığı düşünceler
beni hep heyecanlandırmıştır. Ne yazık
ki gelişim için düşünce ortaya atanı, en başta düşünmeyenler harcamaya
kalkmıştır.
Düşünene, boş konuşuyor diyememişlerdir
ama “çok konuşuyor” eleştirileriyle sesini kısmaya çalışmışlardır. Hatta kimi
zaman düşüncesi olmayanlar, gücü olanlara gidip şikayette bile bulunmuşlardır.
Dünyayı ve ahreti birlikte
kucaklama bilinci yaratamadık. Toplumsal gelişmenin anahtarı olan pek çok
değeri nefsimize veya düşüncesizliğimize kurban verdik cancağızım! Kurban verişler arttıkça, gevşemeler
çoğalacaktır.. Gelişme bir yana, yerel tel tel dökülecektir.
Eğrigöz Dağı’na bakın. Yaylacığa
bakın bakabilirseniz. Bodağan’a göz gezdirin. Bölge topraklarında gezinin.
Bölgedeki hayvan sayılarını kıyaslayın. Bölge sularına göz atın. Yerelin
dışındaki nüfusu gözden geçirin.
Dizlerimin bağı çözülüyor
gerçekten. Yokuşlar yorarmış insanı. Bu gidişle yerelin tarihi, kültürü,
geçmişi kalmayacak. Belli bir yaş grubunun adını anmaktan gurur duyduğu
köylerin nesillerle bağı kopuyor bağı. Yerelin anlam kaymasına uğrayan
kimliğini, oluşan kimsesizliğini nasıl onarıp yeni hedefler belirleyeceğiz?
Baharda sular coşkun akar, çağlardı. Kelebekler bir çiçeğe bir ota konardı. Akan derelere bentler kurmak engelleyemedi susuzluğumuzu. Bulutlar kayboldu gökyüzünden, toprak yarılmaya yüz tuttu. Yarınlar için bugünden hangi temellerin harcı karılmalı? Yaylacığın engin ormanlarının patika yollarında oksijen alıp vermenin güzelliğini nasıl resmetmeli? Köylü olmanın farklılığını, zenginliğini, suya hükmetmenin efeliğini, toprağı işlemenin bonkörlüğünü, sürünün ardında kaval üflemenin keyfini samimi ifadelerle kim dillendirecek? “Köy” başlıklı yazılarda kim düşüncelerini bana aktaracak. Köyler sessiz sedasız boşaldı. 1963 yılında kurulup, 1983 yılında kapatılan Köy İşleri Bakanlığı tekrar kurulmalıdır. Köyler, ülkemizin başlı başına iktisadi meselesi haline gelmelidir. Bu önemli bir mevzudur. Köyler fabrika bacasına su taşıyan oluktur. Bu oluk elden geçirilmezse cana can dayanmaz. Sağlıcakla.