Bizim çocukluğumuz dede ve
ninelerimizin anlattığı hikâye ve masallarla doludur. Bu doluluğa Hacivat –
Karagöz, Keloğlan masalları ve Nasrettin hoca fıkraları eklendi. Her masal ve
fıkraya yöresel eklemelerde yapılmıştır. Bu hikaye, masal ve fıkralar
kurnazlıkla aptallığı, değerlerimiz içinde değersiz olanı net biçimde akıllara
sokmuştur. Folklorik bir dizilişle
aslında çok şey de öğretmiştir bizlere. Pek çok fıkra, masal ve hikaye duygu aralığında
bıraksa da insanı, topyekun düşünmeyi fark ettirmiştir de bizlere.
Topyekûn düşünmek, bütünselliği
içinde barındırmaz mı? Aslında toplumsal değerleri içinde barındıran folklorik
bir yükleme oldu bizlere. Şikayetçi miyim bundan? Asla değilim. Anamın
ağıtları, babamın kavalı, dedemin masalı hepsi öğüttü öğüt!
Eğrim büğrüm Demirli’nin yolları
türküsü kulaklarımda çın çın çınlarken, Demirli’nin koyunları akışır türküsünde
zenginliğin keyfini yaşarım. Saltanatını yitirse de ağaçtan mamul sepetler, küfeler,
toprak küpler, su kabağından testiler, atların ve öküzlerin koşum takımları
hala gözlerimin önünde. Şiir yazsam yazılacak, masal desem anlatılacak türden.
Ağlasan ağlanırdı, gülsen gülünür kardeşim.
Yokluğun ve yoksulluğun acıları
olsa da duygusal birliğin zenginliğini yaşadık biz. Uzak gibi görünen çok şeyin
sevdasına tutulduk çoğu kez. Bu tutulmayla bugünlere eriştik. Şükür ki şükür..
Fakat!.....
Uzak gibi görünen şeylerin
sevdasına düşünce ıskaladığımız çok şeyler oldu aslında. Anamın türküleri, dedemin
halk oyunları, ninemin atalık tohumları hatta masalları. Karmaşa içinde öze
dair ne varsa aktaramadık çocuklara. Ezgi ve şiirlerde sevdaya dair ne varsa
unuttuk veya yok oluşunu fark edemedik. Gerçek acı bu işte. Kırsalda doğan
şairler bile kentlerde ölüyor ne haber? Kendi hakikatinden uzak sözcüklere
bulanıyorlar. Onun içindir ki yazdığım
köy şiirlerinin hiç önemi yok. Bağdan bahçeden uzaklaşan folklorik yaşamı
unutuveriyor. Horluyor, küçümsüyor, çağdaşlık adı altında giyimden kuşama,
yemeden içmeye, ekmeden biçmeye, müzikten hikayeye hepsini terk ediyor. Ne
hikmetse, bunu kim nasıl beceriyorsa yürekleri bile sızlatmıyor. Özümüz olan
şeyler şiirlere sığmayacak kadar geniş oysa. Sevme şekillerinin, kokuların,
seslerin hayalinde hatıraların avuntusunda göynümü eğlendirip duruyorum ben de.
Şairlerin yurdu vardı, şiirlerin
duygusu, zeybeğin havası. Dere tepe şiirdi, burçak tarlası türküydü. O tepeden
bu tepeyi kuşatan ağıtlardı.. Koşa koşa gidilen diyarlarda duygular melezleşti
kardeşim. Melezleşen bakışla sokak pozları verip keyif çatıyoruz yalan mı?
Feyste cafcaflı pozisyonlar
biriktiyoruz…Fikir adına, gerçek adına bir şey kalmayınca böyle oluyor işte.
Folklorik araştırmalar yapan kaç
yerel tarihçimiz var söyleyin. Ressam Abbdullah Taktak amca ölünce cimcik aşını
anlatacak kimse kalmadı. Anlatımlarıyla cimcik aşını gündemde tutuyordu en
azından. Yemiş kadar oluyorduk da…
Özünü unutan, hor gören, burun
kıvıran, folklorik araştırmalarla geçmişini yaşatmayan yavan ekmek gibi kalır
cancağızım.
Ben ve benim gibilere de sessiz
türküler söylemek düşer. Bizim Köyün neyi meşhur, Ya da şehrin? Sağlıcakla..