Kelebek hikâyesi vardır. Bunu
bilen, duyan ya da bir yerlerde okuyanımız mutlaka vardır. Yine de kısaca
anlatmakta fayda var.
Ağacın dalındaki kelebek kozasını
gören genç incelemeye başlar. İçindeki tırtıltır. Gün gün o kozayı gözleyen
genç küçücük bir delik açıldığını görür. Kelebek kozadan çıkabilmek için
sürekli mücadele vermektedir. İlerleme kaydedemediğini, kozadan çıkamayacağını
düşünen genç yardım etmeye karar verir. Bir makasla kozanın deliğini
genişletir. Kelebek kozadan kolayca çıkar. Fakat kelebeğin gövdesi şişmiş,
kanatları buruşuk haldedir. Normal haline dönmesini beklerken kelebeğin
durumunda bir değişiklik olmaz. Velhasıl kelebek ömrünü şiş gövde buruşuk
kanatla sürünerek geçirir. Kanatlarını açarak uçamaz. Kozadan çıkmak için
harcanan çabayla gövdedeki sıvı kanatlara doğru giderek güçlenen kanatlarla
uçabilirdi.
İnsan hayatındaki zorluklarda
böyledir aslında. Hatta millet hayatındaki zorluklarda…
Balkan savaşlarına katılan Seyit
Çavuş, Birinci Dünya Savaşı patlayınca terhis edilmezken Çanakkale Kilitbahir’
de bulur kendini. Gerisi malum 275 kiloluk mermiyi namlusuna sürüp Ocean’ı boğazın
sularına gömme başarısı hepimizin hafızalarındadır. Sonraki denemelerde Seyit
Çavuş o ağırlıktaki mermiyi asla kaldıramayacaktır.
Allahın takdiridir ki millet olarak
zorluklardan güçlenerek çıkmışızdır hep. Engeller, kuvvet ve azmimizi artırmış,
dua gibi bir ipe sarılarak güçlenmemizi sağlamıştır.
İçinde bulunduğumuz sıkıntılardan
da inşallah güçlenerek çıkacağız. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırası ve
sonrasında uygulanan ambargolar GLi nin iş makinası ve kamyonlarında yedek
parça sıkıntısı yaşanınca pek çok yedek parçayı kendimiz yapar hale gelmiştik.
Zorluklarımız olacaktır. İnancım odur ki sıçrama yapacağız inşallah.
Bu noktada bir hikaye daha
paylaşmadan edemeyeceğim.
Hz. Ömerin oğlu Abdullah, bahçede
oturup yemek yerken sürüsüyle geçmekte olan çobanı sofrasına ısrarla davet
eder. Israr karşısında çoban; Israr etme gelemem, ben oruçluyum der. Çölün
kızgın sıcağında nasıl oruç tutuyorsun diye sorunca,
-Cehennem sıcağına göre bunun
sözümü olur. Ahiret sıcağında yanmaktansa dünya sıcağında yanmayı tercih ederim
der çoban.
Bu cevabın ardından Abdullah şu
teklifte bulunur.
Şuradan bir koyun getir de kesip
çöl kebabı yapalım der.
-Koyunların hiç biri benim değildir.
Ben fakir bir çobanım. Sürü sahibi başkasıdır.
- Sürü sahibinin nerden haberi
olacak..
-Sürü sahibinin haberi olmazsa
Allah’ın da mı haberi olmayacak
Fakir çobanın yanına takılır
Abdullah. Geze geze koyunları otlatarak akşama sürü sahibinin yanına varırlar.
Abdullah sürünün fiyatını sorar. Sürü sahibi okkalı bir fiyat istese de sürüyü
satın alır, çobana dönerek der ki,
-Senin hakkın başkasının
koyunlarını otlatacak bir çoban olmak değildir. Sen kendi koyunlarını otlatan
efendi olmaya layıksın, al bunu sürü senindir der.
Bu memleketin bir bireyi olarak biz
üstümüze düşeni layıkıyla yapalım. Gerisi, efendilik kendiliğinden gelecektir.
Sağlıcakla..