Bu sene geçirdiğimiz kışa bakarak
evvelki senenin kışından dem vuruyor insanlar. “Allah bilir ya!” deyip değişik
yorumlara yelteniyorlar. Kışın ya da mevsimlerin değişiminden söz edip derin
mevzulara dalıyorlar. Mevsimlerin ucunun kendine değdiği yerde ne yapması
gerektiğiyle ilgili mevzudan uzak
kalmaya çalışıyorlar. Aslında ben de
öyleyim. Üstüme düşenler konusunda yol değiştiriveriyorum. Üstüme toz
kondurmuyorum toz. Ne kötü, ne acı!
Halbu ki çevre evimiz gibi. Hatta
sürekli ilişki içinde olduğumuz en yakın akrabamız gibi. Ben bilim adamlarının
yalancısıyım. Çevreye bakışımız, kullanma biçimlerimiz iklimler üzerinde etki
yapıyormuş. Eee!..öyleyse kulak vermek lazım kardeşim!.
Havanın ısındığını gördükçe dağa,
kıra, parka, bahçeye atıyoruz kendimizi. Kirlettiğimiz çevreden yine kendimiz
şikayete başlarız yakında. Kirlettiğimiz çevreyi birileri temizlesin isteriz.
Biraz özen göstermekten imtina ederiz. Kamusal alanda kullandığımız ne varsa
başkalarının malıymış gibi bakarız. İtiraf etmeliyim ki bu konuda özürlüyüz
özürlü. En azından ben kendimi öyle sayıyorum.
Köylerimizi geçmiş yıllarda değişik
sebeplerle bir bir dolaştım. Gözlediğim şu ki, yakın akrabaların çoğu
birbiriyle dargın. Birbirne zarar verenler yakın akrabalar sanki. Bunu
anlatırken “elden zarar gelmez” deyip dargın kalmayı sürdürmeye çalışıyor
insanlar. Of Allahım Of!
Bırak hadisi ayeti, atasözleri
bile kafamda fing atıyor şimdi.
Akarabasıyla dargın olanın çevreyle
barışık yaşaması zor mu, zor. Toplumsal iklim böyle böyle değişiyor. Değiştikçe
en ağır bedelleri el birlik ödüyoruz.
“İlla benim dediğim olsun” babayiğitliğinde kalmak en yakın
akrabalıkları bile köreltiyor. Oturup konuşsak, birbirimizi anlamaya çalışsak,
topluma hatta ülkeye yararlı olanı çoğaltmaya çalışsak. Iııh!
Her şeyin tıpatıp her birimize
uygun olması imkânsız. O zaman ortak noktalarda buluşmasını bilmek gerek. Çevre, hele iklim bambaşka bir şey.
İçinde yaşadığımız ev neyse, çevre çok
fazlası değil mi? El birlik koruyup kollamak lazım. Çevreyi koruyup kollamakla
aslında neleri koruduğumuzu sıralasak sayfaya sığmaz. Çevre bizlere sunulmuş
ilahi bir lütuf ve ihsan değil midir? Bir ihsan, bir lütuf olarak sunulan çevre
üstümüzdeki elbise gibidir bir yandan. Bu elbiseyi yırtıp atmayı, hor
kullanmayı hakikat olana karşı durmak
gibi görmek gerek. İçinde yaşadığımız çevreye göz gezdirin. Havasından suyuna,
gökte uçan kuşuna dahası ne varsa insan için meyveli ağaçtır. Meyveli ağacı
gözümüze dikip, ona nasıl davrandığımıza bakmamız lazım. Bunu hak ve hakikat
için yapmamız lazım hem de. Çevre hepimiz için birse, binimiz bu bir için
çırpınmalıyız.
Çevre konusu o kadar çıplak ve açık
bir konu ki. Hepimize sorumluluk düşüyor. Dağda sürüsünü otlatan çoban bile bu
sorumluluktan kaçamaz. Kaçarsa sonuç belli.. Kişi başına ürettiğimiz çer çöpe,
atığa bile dikkat etmek sorumluluğun gereği.
Çöl söz konusu olunca Mecnun, dağ
söz konusu olunca Ferhat akla gelir. Çevre deyince aklımıza gelmesi gereken o
kadar çok şey var ki. Kendimizden başlayarak Allaha uzanan ince, hassas bir yol. Bize sunulan
çevreyi hor kullanmak en başta kendimize hor davranmaktır. İşin özü parka,
bahçeye, dağa kıra bayıra çıkmaya meyillendiğimiz şu günlerde çevreyi öldürmek
değil, inadına diriltmektir insan olanın
görevi. Yoksa, yoksa değişen iklimden, kuraklıktan, hastalıktan söz açar
dururuz. Sağlıcakla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder