Öyküler geçmişi hatırlamakla
başlıyor çok zaman. Hatırlamak, hatırlatmanın da yollarını çoğaltıyor çok
vakit. Küresel düşler kurmaya meyletmiş ben, ıslıkla türküler seslendirdiğim
çocukluğuma dönüveriyorum durduk yerde. Bu dönüşle kuruyorum bildik oyunlar. Çelik
çomaklar yontuyorum en sert ağaçlardan. Sıra kayalar diziyorum üçerli.
Devirmecesine takımlar oluşturuyorum yeniden. Kıl ipine bağlı uçurtmalar
salıyorum uçmaya dair. Uçtukça uçuruyorum özgür düşleri. Dokuztaşta köşeleri
kapmaya yelteniyorum, mesele yenmek yenilmek olunca. Yüzük saklamanın inceliklerini
keşfetmeye duruyorum yeniden. Durdukça duruluyorum. Duruldukça düşler düşünceye
yelken açıyor. Her yelken en yeleken havada darmadağın oluyor. Bu dağınıklık
içindeyken en eski öyküler çınlıyor iç kulağın örsünde.
Bu çınlamayla hatırlıyorum gece
trenlerini. Onların yataklı vagonları olduğunu biliyorum. Numaralı bilet
bulamamış ben, ayakta kalmanın bitkinliğiyle bakmışlığım olurdu o vagonda
yolculuk edenlere. Burası da ayrı hikâye aslında. Öykü, işte o kompartımanda geçiyorken iç
geçirişime götürdü istemeden klavye.
Yataklı kompartımanda iki yolcu.
Bildik tanış sohbetinden sonra biri ıkıla sıkıla İçten bir duruşla diğer
yolcuya anlatır.
“Ben gece uyurken biraz horlarım.
Ama siz hafifçe ıslık çalarsanız ben uyanırım ve horlamam kesilir.” Adam bütün
gece rahatça uyur. İneceği yere yarım saat kala uyanır. Yanındaki yol arkadaşı
yoktur. Vagonda bir aşağı bir yukarı bakınır. Görevli kondüktöre rastlayınca yanındaki
yolcuyu görüp görmediğini sorar. Kondüktör başını sallayarak “ O adam normal
biri değildi. Sabaha dek ıslık çalarak vagonda kimseyi uyutmadı. Yolda indirmek
zorunda kaldık.”
Gördünüz mü iç kulağın örsüne vuran
öyküyü. Birinin diğerine içtenlikle davranıyormuş gibi yapıp elde ettiği
avantajı. Hatta karşısındakini düşürdüğü duruma dönüp bakar mısınız? Hin oluyor
kimiler hin! Hatta hinden de öte.
Yanı başımızdaki olanları düşünün.
Uzak yoldan gelen adamlar horluyor kardeşim. Bize ıslık çaldırıp vagondan,
atmaya attırmaya çalışıyorlar. Bu gidişle kayışı attıracaklar alimallah.. Sen
horla dur, ıslık çalıyorsun diye ben suçlu olayım. Yok öyle yağma… Dokuz taşta
köşe kapmaca gibi. Horlama kardeş, horlama yeğenim! Horlarsan çalarım ıslığı…
Gördünüz mü uçurtma nereden nereye
getirdi yazıyı. Yazıya başlangıçta ben bile tahayyül edemezdim geleceği
noktayı. Sıra kayalarını dizerken tereddüt ettiğim gibi, başlamıştım kelimeleri
dizmeye. Horlayanlar çoğaldıkça ıslık çalan yok kardeşim. Horlama sesi hırlama
sesine karışıyor uzayan gecelerde. Sular soğuyor mevsim kışa ağdıkça. Soğuyan
sularda çoğalıyor sallar. Her sal bir ağıt olup çıkıyor karşınıza. Ağıtlarla
düzülüyor göçler. Sınırlar sığınmanın sevinci oluyor kimilerine bir vakit.
Bayırlar bucak, bucaklar bayıra yöneliyor. Of ki of! Küresel düşler yöresel
hislerimi kamçılıyor. Her kamçı uykularımı bölüyor. Böldükçe bölünüyor,
bölündükçe bileniyorum.
Horlayanlar çoğaldı kardeşim.
Horlamaya makul sebep arayanlar gerilim üstüne gerilim yaratıyor. Doğunun
ortasında sıra kayası diziyor kimiler. Dizdikçe düzlüyor insanca aklımı.
Düzlenen akılla yüzük saklamanın
inceliklerini unutuyor insan. Çelik çomağın heyecanını yitiriyor vakit
ıradıkça. Açılımlar, operasyonlar, mücadeleler gırıla gidiyor horlayan
adamlarda. Oyun üstüne oyun. Hay Allah!.. Islık çalmaktan korkuyor insan. Islık
çalmayı gerektirecek bir durum yok sanki. Horlayan adamlar vagondan attırmaya
niyetli kimilerini. Düzene ayak uydurmakta, gündemi takip etmekte zorlanıyor
insan. Erovizyona “Aman petrol” adında yepyeni tını ve notalarla şarkılar düzüp
yarışmalara mı katılsam bilmem ki.. Ya da uçurtmam dal da kaldı deyip yeni
söylemlerde mi bulunsam. Haydi hayırlısı.. Sağlıcakla…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder