Uyku, sükun, yalnızlık, su, gece,
sabah, yaşamak, aydınlık, ağaç, kuş, rüzgar, Allah, çocuk, gök, ırmak, yaprak,
el, ayak, beden, çoban, yıldız, yeşil, sarı, toprak… say da say! Hangisinden
vazgeçilir. Her şey açık, her şey gözler önünde görene, duyana, bilene. Elden
ele, bedenden bedene, dilden dile, gözden göze. Of off!.. Yaşadığı dünyayı,
üzerinde gezindiği toprağı gözlemleyebilen insan neleri fark etmez ki. Boşa
dönen dolap edasında kalırsan ne kötü, ne vahim…
Toprakta bitkisel uğraşılar zevk
aldığım işlerden. Neleri fark etmiyor, neleri fark ettirmiyor ki toprak. Hayvanlardan olarak kendi çapımda tavukçuluk.
Amatörce, acemice…Uğraştıkça uzayıp genişleyen ufka erişiyor insan. Domatesi
vitrinde, yumurtayı rafta görmekten öte bir şey bu kardeşim.
“Öte olan nedir?” hadi anlat
deyince de apışıp kalıyor insan. Dil bile kekemeleşiyor.
Toprak, ağaç, bitki deyince umut
dikiliyor gözlerinin önüne. Doğa da bir başına bitkilerle kalınca biriken
umutla yıldızları inceleyen çoban edasında kalıveriyorsun. Hey gidi hey!
Anlatmak için kelimeleri kullanmak
gerekiyor. Sözcükleri zenginleştirebilmek gerekiyor. Farklı renkler ve seslerle
duyumsatma becerisinin olması gerekiyor insanda. Bizde de bu olmayınca lafı
dolandırıp duruyoruz. Anlatmak için sözcüklere ter döktürmek bizim
haylazlığımız oluyor. Hay Allah! Şu
kendimi ele verme huyum değişmeyip gidecek.. Kelimeler zenginleştikçe gerçek
daha çabuk ve kolay ortaya çıkar oysa.. Benim eksikliğim aynı kelimeleri
ütüleyip durmak. Bunu da beceremediğim ne yaparsınız ki ortada. Anam da öğrencilik
yıllarımda döşeğin altına sokarak ütülemeye çalışırdı olmayan esvaplarımızı.
Ütülemeyi bile beceremediğimden şiirler bile çoğu kez ölçüden, uyaktan yoksun
kalıyor. Yoksunluk cılızlaştırıyor meramı. Cılızlaştıkça derdini anlatamamanın
sıkıntısında bocalayıp duruyorsun.
Bu bocalama esnasında bahçede boynunu göğe uzatarak haykıran çil horozun
gür sesiyle depreşiyorsun. Bu depreşmeyle dikkat kesilme kendiliğinden
peydahlanıyor. Vay be!… Bizim horoz komşu horozu kendi sahasına yaklaştırmıyor.
Yaklaşırsa kavgaya hazır. Sahası üstünden
kuş uçsa ufak bir ses hareketiyle bütün tavuklar teyakkuza geçiyor. Bu sene dört tane halk tabiriyle tavuğumuz
gurk oldu. İkisi yavrularını çıkardı. Civcivler tatlı, civcivler sevimli. Bir
annenin yavrusu diğer yavrulara karışmıyor. Herkes kendi annesi etrafında.
Annelik duygusunu, iç güdüsünü bir de tavuklarda görün siz. Koruma ve savunma
refleksi en üst seviyede. Onları gözlemek bile duygu dayanağı oluşturuyor
insanda. Eksik kalan duyguyu, bakışı tamamlıyor. Tavuk dediğimiz hayvan size
esin kaynağı oluveriyor. Velhasıl doğa size öğretirken tamamlıyor kardeşim!.
Hatta değiştirip dönüştürüyor desem
yeridir..
Bu durum, görmek ve bakmakla alakalı bir şey. Duyguyu zenginleştirmenin
yolu doğayı gözlemekten geçiyor bence. Anlamsız boşluklarda debelenmektense
doğayı gözlemek en doğru yöntem.
Gözledikçe derinliği fark ediyor insanca yanlarını çoğaltıyorsun.
Çoğalttıkça daha dingin, daha zengin iç huzuruna eriyorsun. Beton yapılar
içinde, sosyal medya çılgınlığıyla yıpranıp durmanın bir anlamı var mı ki?
Sözcük fakirliğim içinde meramım n
e derece anlaşılır oldu bilmem ki. Sözün
özü; Atın kendinizi doğaya Tam vakti, tam zamanı. Çocuklarda cıvıl cıvıl
çocukluğunu yaşarken görsün gözlesin.
Bu hafta sonu ne yapacaksınız? El
birlik Ada’ya.. Şaka değil bu. Sudaki pörtlek gözlü kurbağadan bile alacak
dersleri var çocukların. Sağlıcakla..