SÖZLEŞ ME!
Yedi bin yıllık kadim bir
medeniyetin izlerini taşıyan bölgemizin doğal güzelliklerinin yanında zengin
kültürel mirası da vardır. Giyim kuşamdan yeme içmesine, coğrafi yapısından
iklimine, kendine has özellikleri göze çarpar. Çarpar da bunları koruyup
kollayamamaktan dert yanarız çoğu kez. Yanarken, kendimizi saf dışında tutarız
nedense. Koruyup kollamakta kişisel eksiğimiz yokmuş gibi davranırız. Bu
davranış şekli sürdükçe çok şey çorba olur birbirine karışır. Karışanı
birbirinden ayırmak zahmetli ve oldukça çetrefilli iş kardeşim.
Çorbalarımıza bakın tek tek.
Tarhanasından tutmacına, mercimeğinden oğmacına say da say. Her birisi ilaç
gibi ilaç. Sıcacık yumuşacık. Hamur
işleri, dolmaları, tatlıları, et yemekleri her biri lezzet küpü. Yeme de
yanında yat derler ya, tam o türden. Dar
iklim şartlarına göre yetiştirilen toprak ürünleri harikadan öte. Bunun içindir
ki büyük kentlere kilo kilo, torba torba ürün gidiyor. Hatta yurt dışına bile.
Amatörce yapılan üretimler hakikaten bir anlam taşıyor, değer buluyor.
Domatesi, patatesi, kavunu, karpuzu, boncuk fasulyesi, börülcesi, elması, armudu, eriği, şeftalisi,
zerdalisi ağız tadı ağız. Bize düşen ne? Bu güzel coğrafya da geleneksel de
olsa üretimi sürdürmenin yanında yerel tohumlarımızı koruyup kollamak. Var olan
topraklarımızı elimizden geldiğince işlemek. Kentlerde kaldırım eskitmekle,
Havuz başlarında, çınar altlarında boşa lakırdı yapmanın yaramıza merhem
olmayacağını bilmek gerek. Hayatı
anlamlandırmanın yolu üretimden geçer üretimden. Üretmek zenginliktir. Üretmek
kahramanlıktır. Üretmek bir şeye dokunmak, el atmaktır, ülkemize arka çıkmaktır
cancağızım. Kılını kıpırdatmadan duaya durmak haybeye kürek sallamaktır. Durmak
duraksamaktır. Duraksamak geri kalmaktır. Sohbetlerin bile şekli değişir
ürettikçe, kelimeler anlam bulur bir demet maydanozda. Hey gidi hey!
Geçenlerde bir müdürümüz kaymakamla
köy ziyaretlerinden bahsetti. İbretle, can kulağıyla dinledim.
Köylü anne kaymakam beye oğlunu
evlendirememekten dert yanar. Kaymakam bey, “sana inek, koyun verelim besle,
büyüt, çoğalt sat oğlanı evlendir.” Ne güzel…
Benim de derdim burada başlıyor der
anne. Bunların hepsi bende fazlasıyla var.
Tam da bunun için oğluma eş olmak istemiyor kızlar.
Haydaaa! Gördünüz mü zurnanın zırt
dediği yeri. Kızlar inek sağmayacak, yattığı yerden dizi seyredip hayaller
kuracak. Ya oğlanlar? Masa başında boş
boş oturup kısa donla sahil sahil dolaşacak. Vay be! Nerde bu yoğurdun bolluğu?
Muhtarım ya! Dün komşu babalardan
biri geldi. Elinde kareli defter yaprağından koparılıp elle yazılmış bir kâğıt.
İmzaya geldim dedi. Baktım büyük
harflerle atılmış başlık. “EVLİLİK SÖZLEŞMESİ” Pek çok maddi şeyler sıra sıra
dizilmiş. Uf uf! Hatta bir maddesinde umre ziyareti konulmuş. Umre olunca hac
hepten farz kardeşim. Keşke oda yazılsaydı….
Yüreğim cız etmedi desem yalan
olur.
Hanım gözlerimde büyüdü. Bir kez
daha teşekkür etmek istedim bana güvendiği için. Bir değil bin ömrüm olsa feda
etmek istedim yoluna. İşim yoktu, aşım
yoktu. Arabam yoktu, katım yoktu. Tam
kırk yıl önce çıktık yola. El ele, kol kola, yürek yüreğe. Çok şükür yarabbi.
Birlikte olmanın huzuruna vardık her daim. Yeri geldi gün yirmi dört saat
çalıştık. İçtiğimiz suyun, yediğimiz ekmeğin tadını aldık. Sözleşmeler
gönlümüzde, sözleşmeler yüreğimizdeydi hep.
Yürekleri birleştirmenin zenginliği yetip arttı çok şeye.
Çok şey değişmiş çok. Kuru kâğıda
bakıp bakıp, sözleşmedeki hangi maddenin yerine getirilip getirilmediğinin
hesabına dur gün gün. İç huzurumu kalır insanda kardeşim. Hangi sevgi bağı
yerli yerine oturur. Olmayan bağla hangi mutlu haneler oluşur. Tavşanlı
toprakların yüzde altmışı atıl duruyor. Kırsaldaki nüfus yüzde sekiz. Köyler
boşaldı. Marketlerde her şey paketlenmiş
hazır. Ye iç eğlen, gez toz. Nasıl olsa elde evlilik sözleşmesi. Zenginlik gani.
Düşünmek, düşündürmek gerek.Sözleşmeli evlilikler ülkemize hayırlı olsun... Sağlıcakla.