6 Ekim 2017 Cuma

SÖZLEŞ ME!..

                SÖZLEŞ ME!

Yedi bin yıllık kadim bir medeniyetin izlerini taşıyan bölgemizin doğal güzelliklerinin yanında zengin kültürel mirası da vardır. Giyim kuşamdan yeme içmesine, coğrafi yapısından iklimine, kendine has özellikleri göze çarpar. Çarpar da bunları koruyup kollayamamaktan dert yanarız çoğu kez. Yanarken, kendimizi saf dışında tutarız nedense. Koruyup kollamakta kişisel eksiğimiz yokmuş gibi davranırız. Bu davranış şekli sürdükçe çok şey çorba olur birbirine karışır. Karışanı birbirinden ayırmak zahmetli ve oldukça çetrefilli iş kardeşim.
Çorbalarımıza bakın tek tek. Tarhanasından tutmacına, mercimeğinden oğmacına say da say. Her birisi ilaç gibi ilaç. Sıcacık yumuşacık.  Hamur işleri, dolmaları, tatlıları, et yemekleri her biri lezzet küpü. Yeme de yanında yat derler ya, tam o türden.  Dar iklim şartlarına göre yetiştirilen toprak ürünleri harikadan öte. Bunun içindir ki büyük kentlere kilo kilo, torba torba ürün gidiyor. Hatta yurt dışına bile. Amatörce yapılan üretimler hakikaten bir anlam taşıyor, değer buluyor. Domatesi, patatesi, kavunu, karpuzu, boncuk fasulyesi,  börülcesi, elması, armudu, eriği, şeftalisi, zerdalisi ağız tadı ağız. Bize düşen ne? Bu güzel coğrafya da geleneksel de olsa üretimi sürdürmenin yanında yerel tohumlarımızı koruyup kollamak. Var olan topraklarımızı elimizden geldiğince işlemek. Kentlerde kaldırım eskitmekle, Havuz başlarında, çınar altlarında boşa lakırdı yapmanın yaramıza merhem olmayacağını bilmek gerek.  Hayatı anlamlandırmanın yolu üretimden geçer üretimden. Üretmek zenginliktir. Üretmek kahramanlıktır. Üretmek bir şeye dokunmak, el atmaktır, ülkemize arka çıkmaktır cancağızım. Kılını kıpırdatmadan duaya durmak haybeye kürek sallamaktır. Durmak duraksamaktır. Duraksamak geri kalmaktır. Sohbetlerin bile şekli değişir ürettikçe, kelimeler anlam bulur bir demet maydanozda. Hey gidi hey!
Geçenlerde bir müdürümüz kaymakamla köy ziyaretlerinden bahsetti. İbretle, can kulağıyla dinledim.
Köylü anne kaymakam beye oğlunu evlendirememekten dert yanar. Kaymakam bey, “sana inek, koyun verelim besle, büyüt, çoğalt sat oğlanı evlendir.” Ne güzel…
Benim de derdim burada başlıyor der anne. Bunların hepsi bende fazlasıyla var.  Tam da bunun için oğluma eş olmak istemiyor kızlar.
Haydaaa! Gördünüz mü zurnanın zırt dediği yeri. Kızlar inek sağmayacak, yattığı yerden dizi seyredip hayaller kuracak. Ya oğlanlar?  Masa başında boş boş oturup kısa donla sahil sahil dolaşacak. Vay be! Nerde bu yoğurdun bolluğu?
Muhtarım ya! Dün komşu babalardan biri geldi. Elinde kareli defter yaprağından koparılıp elle yazılmış bir kâğıt. İmzaya geldim dedi.  Baktım büyük harflerle atılmış başlık. “EVLİLİK SÖZLEŞMESİ” Pek çok maddi şeyler sıra sıra dizilmiş. Uf uf! Hatta bir maddesinde umre ziyareti konulmuş. Umre olunca hac hepten farz kardeşim. Keşke oda yazılsaydı….
Yüreğim cız etmedi desem yalan olur.
Hanım gözlerimde büyüdü. Bir kez daha teşekkür etmek istedim bana güvendiği için. Bir değil bin ömrüm olsa feda etmek istedim yoluna.  İşim yoktu, aşım yoktu. Arabam yoktu, katım yoktu.  Tam kırk yıl önce çıktık yola. El ele, kol kola, yürek yüreğe. Çok şükür yarabbi. Birlikte olmanın huzuruna vardık her daim. Yeri geldi gün yirmi dört saat çalıştık. İçtiğimiz suyun, yediğimiz ekmeğin tadını aldık. Sözleşmeler gönlümüzde, sözleşmeler yüreğimizdeydi hep.  Yürekleri birleştirmenin zenginliği yetip arttı çok şeye.
Çok şey değişmiş çok. Kuru kâğıda bakıp bakıp, sözleşmedeki hangi maddenin yerine getirilip getirilmediğinin hesabına dur gün gün. İç huzurumu kalır insanda kardeşim. Hangi sevgi bağı yerli yerine oturur. Olmayan bağla hangi mutlu haneler oluşur. Tavşanlı toprakların yüzde altmışı atıl duruyor. Kırsaldaki nüfus yüzde sekiz. Köyler boşaldı.  Marketlerde her şey paketlenmiş hazır. Ye iç eğlen, gez toz. Nasıl olsa elde evlilik sözleşmesi. Zenginlik gani.

Düşünmek, düşündürmek gerek.Sözleşmeli evlilikler ülkemize hayırlı olsun... Sağlıcakla.